Bir devleti ayakta tutan dört önemli unsur vardır. Eğitim, Ekonomi, Askeri Güç ve Adalet. Bu dört unsurun mevcut olduğu ülkeler dünyada hüküm sürmüş ve dünyayı yönetmişlerdir. Bu unsurlardan birisinin yara alması ya da bozulması durumunda devletlerde duraklama, gerileme hatta çökmeler yaşanır. Biz bu dört unsurdan eğitim unsurunu ele alıp değerlendireceğiz.
Her devlet, gücü, felsefesi, hedefleri ve ihtiyaçlarına göre sistemler oluşturur. Osmanlı Devletinde de bürokrasisinden, ordusundan, toplumuna kadar, belli bir eğitim sistem vardı. Osmanlı kurumları, zekâ, kabiliyet, çalışma, liyakat vb. şartlarını taşıyan herkese açıktı. Biz bu yazımızda, Osmanlı örgün eğitim kurumlarını ilk yenileşme hareketlerinin gerçekleştiği döneme (1776) kadar kısaca ele alacağız.
Çok geniş bir coğrafyayı idare eden Osmanlı Devleti, eğitimi yönetimi kolaylaştırmanın en önemli unsuru olarak görmekteydi. Osmanlı Devleti, eğitimi ideal insan tipini yetiştirmek temeline oturtmuştu. Bu nedenle hedeflenen insanı meslek sahibi yapmanın yanında itaatkâr, vatanını seven, dindar, vefakâr, çevresindeki insanlara karşı duyarlı ve kanunlara uyan bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlamıştı. Ecdadımız Osmanlı ‘terbiye’ olarak ifade etmiş olduğu eğitimi; belli bir konuda, bir bilgi bilim dalında yetiştirme ve geliştirme etkinliğidir. Eğitim faaliyeti, amacına ulaşmada öğretim faaliyetinden yararlanırdı. Bu nedenle öğretim, eğitimin bir parçası olarak görünürdü. Osmanlılarda ‘tedris’, ’talim’ diye tanımlanan öğretim; belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işidir. Buna göre eğitim ve öğretimin amacı, insanlara gerekli olan bilgi, kültür, değer ve bir takım davranışların kazandırılmasıdır.
Osmanlı Devleti'nde eğitim faaliyetleri Örgün Eğitim (Düzenli/Sistemli Eğitim) Yaygın Eğitim (Sosyal Kurumlarda Yapılan Eğitim) olmak üzere iki şekilde yapılmaktaydı.
1. ÖRGÜN EĞİTİM KURUMLARI
1.1 Acemi Oğlanlar Ocağı
I. Murat Han (1362-1389) döneminde sistemleşmeye başlayan Devşirme yöntemi Osmanlı Devletinin askerî ihtiyacını karşılamak üzere geliştirilmiş bir yöntemdir. Buna göre savaş esirlerinden veya Osmanlı Hıristiyan tebaasından seçilen çocuklar 3-8 sene Türk ailelerinin yanında hizmet edip yetiştikten sonra Acemi oğlanlar ocağına alınırlardı. Gelibolu'da ve İstanbul'da bulunan Acemi ocakları asker yetiştirirlerdi. Burada askerlik sanatını öğrenen acemiler ihtiyaca ve yeteneklerine göre diğer ocaklara gönderilirlerdi. Acemi ocağının sıkı bir disiplinin yanında belli görevlileri ve çalışma usulleri vardı. Osmanlı Kapıkulu ocaklarının ilk kademesini meydana getirmesi bakımından önemliydi.
1.2. Enderun Mektebi
II. Murat Han zamanında kurulup, zamanla çeşitli değişikliklere uğramakla beraber Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına kadar (1909) varlığını sürdüren bir saray okuludur. Hıristiyan ailelerden devşirilen çocukların zeki ve gösterişlileri saraya alınarak özel bir şekilde yetiştirilirlerdi. Enderun mektebine alınan çocuklara, Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa (şiir), gramer, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müspet dersler okutulurdu. Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği, protokol kaideleri ve bürokratik işler öğretilirdi. Bunların yanında çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırıldığı gibi sportif faaliyetlere de yer verilirdi. İç oğlanı denilen Enderun talebesi ortak bir kültürü özümseyerek, saray ve padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar, böylece Osmanlı Devletinin sarayda, yönetimde, ordu ve bürokraside ihtiyaç duyulan kadrolarının bir kısmı bu şekilde yetiştirilmiş olurdu. Sarayda kademe kademe yükselerek sancakbeyi rütbesiyle taşrada görev alırlardı.
Osmanlı Devleti, kendinden önceki Türk devletlerine göre daha merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Bu sebepten dolayı kendi kurumlarından yetişmeyen kimselere görev vermemiştir. Bu durum, bazı çevreler tarafından Türkleri dışlamak şeklinde yorumlanarak konu yanlış bir yöne çekilmiştir. Osmanlı Bürokrasisi sadece devşirmelerden ibaret değildir. Divan ve taşra teşkilatında da yükselme olup buralar genelde Türklerin hakim oldukları kurumlardır. Esasen Kanunî Devrinden itibaren Türk çocukları da Enderun Mektebine alınmıştır. Böylece Devşirme zamanla uzaklaşarak devletin mülkî ve idarî kimliğinden kadrolarının yetiştirildiği yüksek seviyeli bir okul haline gelmiştir.
Bürokrasinin kaynağı olması bakımından Divan-ı Hümayun'dan da biraz bahsetmemiz gerekecektir. Osmanlılarda Divan idarî ve hukukî bir meclis olmasının ötesinde bürokrasinin merkezi ve beyni idi. Devletin her türlü yazışmaları, Divan kararları, sicilleri, defterleri, malî kayıtları Divan'da tutulur ve saklanırdı. Bu sebepten dolayı Divan birçok büroların bulunduğu ve yüzlerce görevlinin çalıştığı bir kurum idi. Kâtiplik, usta-çıraklık ilişkisi içinde zamanla kazanılırdı. Divandan yetişen pek çok ünlü devlet adamı olduğu gibi ilim-edebiyat tarih vb. alanlarında yetişen Kâtip Çelebi, Gelibolulu Mustafa Ali, Feridun Ahmet Bey gibi şahsiyetlerde Divan'dan yetişmiş, zamanlarının önemli isimleridir. Böylece divan bürokrasinin yanında okul niteliği de kazanmıştır.
2. SİVİL ÖĞRETİM KURUMLARI
2.1. Sıbyan Mektepleri
5-10 yaşlarındaki çocuklara okuma-yazma, bazı dinî bilgiler ve basit hesap işlemlerinin verildiği ilkokullardır. Hemen her mahallede bulunduğu için "Mahalle Mektepleri" veya taş bina olarak inşa edildiği için "Taş Mektep" de denilen bu okullar örgün eğitimin ilk basamağını oluştururlardı. Okuma-yazmanın yanında ahlâkî terbiye verilmesi de amaçlanıyordu. Çocuğu şerden sakındırmak ve hayra sevk etmek Osmanlı cemiyetinin eğitim felsefesiydi.
Sıbyan mekteplerinde bugünkü gibi sınıf, ders saati ve teneffüs ayarlaması yoktu. Sabahtan ikindiye kadar ders veriliyor, yalnız öğle paydosu yapılabiliyordu. Okula başlama törenle yapılırdı. Öğretim hatim indirmekle tamamlanırdı. Bundan sonra isteyen medreseye, isteyen memuriyete (Divan kâtipliğine), isteyen de kabiliyetine uygun bir zanaata girerdi. Zamanla programında ve çalışmalarında değişiklikler yapılmakla beraber Sıbyan Mektepleri Cumhuriyet Dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.
2.2. Medreseler
İslâm dünyasında en yaygın ve en köklü eğitim kurumu olan medreseler, Anadolu Selçukluları'nda ve Osmanlı'larda diğer ülkelerden ayrılarak daha farklı bir gelişme göstermiştir.
İlk İslâm toplumlarında camilerin okul olarak kullanıldıklarını biliyoruz. 10. yüzyılda Türkistan şehrinde görülmeye başlayan medreseler ünlü Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk tarafından sistemli ve kalıcı hale getirilmiştir. Bir rivayete göre Sultan Alparslan, Nişabur Camii’nin kapısında perişan kılıklı bir grup genç görünce, bunların kim olduklarını ve niçin böyle bir durumda bulunduklarını sormuş; “bunlar dünya zevki taşımayan ilim talebeleridir” cevabını alınca çok üzülmüş. Bunun üzerine Sultan Alparslan bunlara bir yurt inşa edilmesini ve maaş bağlanmasını emretmiştir. Bu şekilde kurulmaya başlayan Selçuklu medreseleri, eğitim-öğretim kadrosuna tahsil ve geçim sağlayan ilk teşkilatlı medrese olarak ortaya çıkmıştır. Bu rivayetin yanında İslâm dünyasındaki Şiî, Rafızî ve Batıni hareketlere karşı sistemli bir eğitim-öğretim yapılması Selçuklu siyasetinin temelini teşkil eder. Vakıf kuruluşlar olarak sistemleşen medreseler Osmanlılarda da devletin güçlenmesiyle büyümüş ve gelişmiştir.
Medreseler seviye itibarıyla bugünün orta ve yüksek okullarına tekabül etmektedirler. Vakıf olduğu için öğrencilerin barınmasının yanında diğer ihtiyaçları da medreseden sağlanıyordu. Medreseler külliyenin bir parçasını teşkil ettiğinden öğrenciler hamamda temizleniyorlar, imaretten (aşevi) yemek yiyorlar, camide ibadet ediyorlar ve medresede öğrenim faaliyetlerine devam ediyorlardı. Bu yönleriyle bugünün kampus ve öğrenci yurdu anlayışının temellerini kendi eğitim tarihimizde bulabiliyoruz.
Osmanlı medreseleri zamanla hiyerarşik bir düzenlemeye tabi tutulmuş, hocalarına verilen maaşlara ve ihtisas alanlarına göre derecelendirilmiştir. Yevmiye 20 Akçayla ders veren müderris en alt dereceden göreve başlar. Terfi ederek 500 Akçalık medreseye kadar yükselebilirdi. Süleymaniye Medresesindeki: Dar-ül Hadis kürsüsü Osmanlı medreselerinin en yüksek (11. derece) derecesini ifade ediyordu. 500 Akça yevmiye alan müderrislere ya da mevleviyet denilen büyük şehirlerin kadılarına "Molla" deniyordu ki bugün ordinaryüs karşılığındadır.
Kuruluş döneminde vezirlerin ilmiyeden (medrese) gediklerini biliyoruz. Fatih Döneminden itibaren bürokratik kurumların gelişmesiyle ilmiye ile siyaset birbirlerinden ayrılmıştır.
Osmanlı medreseleri müezzin, imam-hatip ve vaiz gibi camii görevlilerini, mahalle mekteplerinin hocalarını, medresenin kendi kadrosunu, yargı kadrosunu yetiştirdiği gibi Divan-ı Hümayundaki Kazaskerler (Bugünkü Milli Eğitim ve Adalet Bakanları) ve Şeyhülislâm gibi temsilcileri de hazırlıyorlardı. Bu yönleriyle çok fonksiyonlu idi. Ulema denilen medreseliler halk ve yönetim üzerinde önemli bir nüfuz, etki ve yere sahiptiler. Ayrıca toplumda entelektüel-aydın kadrosunun en üst tabakasını oluşturuyorlardı.
Medreselerin programını dört ana gruba ayırabiliriz:
- Din ve Hukuk (Kur'an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam...)
- Dil ve Edebiyat (Arap, Fars dilleri, hitabet, şiir, gramer...)
- Felsefe (Felsefe ve mantık)
- Temel Bilimler (Tıp, Matematik, Geometri, Astronomi, Coğrafya) idi.
Bu derslerin verilişi zamanla ihtisaslaşmayı meydana getiriyor. Medrese öğrencilerinin en alt kademesine suhte (softa) ortaöğretim talebesi deniyordu. Daha sonrakilere danişmend (lisans talebesi) denilirdi. Muid (Asistan) müderris ile talebe arasındaki ilişkileri düzenler, hocanın derslerini müzakere yoluyla özetler veya tekrarlardı. Medrese eğitimi uzun süren meşakkatli bir işti. Ama medreselerde donanımlı insan yetiştirildi.
Selçuklu ve Osmanlı medrese kadrosu Sünni İslâm itikadını temsil ettikleri gibi İslâm'ı rasyonel olarak ele alırlardı. Medrese geleneği Tasavvufu İslâm'ın Kur'an ve Sünnet çizgisi içerisinde değerlendiriyor, bu ölçünün dışında kalan hareketleri benimsemiyordu. Selçuklu ve Osmanlı medreselerinin diğerlerinden farklı bir gelişme gösterdiğini yukarıda belirtmiştik. Bu gelişme program ve ihtisaslaşma yönünden olduğu kadar fikir yönünden de ele alınmalıdır. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı medreseleri hür düşünceyi ve bilimi birinci plâna yerleştirmiştir. Zengin vakıflar sayesinde maddi imkanları geniş olunca ve devlet yöneticilerinin de ilgilenmesi dolayısıyla İslâm dünyasının birçok şöhretli âlimi Selçuklu ve Osmanlı ülkesine gelerek bilgilerini ve fikirlerini yayma imkânı bulmuşlardır.
Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız eğitim sayesinde Osmanlı Devleti bir dönem dünyada güçlü bir devlet olmuştu. İlim ve irfanla yetişmiş donanımlı bireylerle Osmanlı Devleti, 600 yıl dünyada hüküm sürmüştü. Eğitim sisteminin bozulması ile bu güç üstünlüğü de yavaş yavaş gerilemiştir. Bundan sonraki yazılarımızda Osmanlı Devleti'nde eğitim sisteminin bozulmasının nedenleri ve yenileşme dönemlerini ele alacağız. Osmanlı'dan sonra da Cumhuriyet Döneminin eğitim sisteminin ele almaya çalışacağız.
Kaynaklar:
- Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Pegem, 12. Baskı, Mart 2008
- Hamit Kemal, Liseler İçin Türk Edebiyatı Tarihi, A Yayınları, Ankara, 2007
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre