"Nerede o eski günler!" diye başlayan sohbetlerin konusu genelde aynıdır. Herkes çocukluğunda yaşadıklarının güzel olduğunu ve bugüne kıyasla çok daha iyi günler yaşadıklarını anlatır durur. Her nesil için elbette kendi yaşadığı çocukluk dönemi güzel ve aranılan bir dönemdir. Çocukluğumuzda büyüklerimizden duyduğumuz bu sözü, yaşımız ilerledikçe bizler de sık sık kullanmaktayız. Şimdi çocuk olanlar da şüphesiz yaşları ilerledikçe aynı sözü kullanmaya devam edeceklerdir.
Ah o eski günler...
Benim bakış açıma göre de eski günler güzeldi. Bu güzellikler yaşanılan zamanla alakalı olmakla beraber, çocuk ruhlarımızın saf ve masum oluşu ile de alakalı olmalı. Kendi çocukluğumdan olaylara bakacak olursam; bir bayram günü taze elbise giymenin, bütün ailenin bayram gününe özel olarak hazırlanmış sofrada buluşmasının verdiği mutluluğun aranmamasının imkanı var mı? Ya da top oynamak için mahallemizin en aksi ve sinirli amcalarının evlerinin önünü seçip, onları kızdırmanın haylaz sevincini unutmak mümkün mü...?
Eski günlere olan özlem niye?
Belki de "eski günler" muhabbetinin tek ortak noktası, her dönemin bir öncekine göre adım adım bozulmaya doğru gidişinin kabullenilmesidir. Bütün mahallelinin birbirini tanıdığı, dertleriyle dertlenip, sevinçleri ile sevindiği dönemlerden, aynı apartmanda yaşayıp kapı komşusundan bîhaber insanların yaşadığı bir döneme geçtik. Birbirimizin sıkıntılarına çare olmayı bıraktığımız gibi, birbirimize olan güvenimizi de kaybettik. Kaybolan güvenle beraber bir çok geleneğimizi ve alışkanlıklarımızı da ya terk ettik ya da terk etmek zorunda bırakıldık. Evlerde pişirilen yemeklerden birkaç sokak ötede oturan yaşlı komşulara gönderildiği dönemlerden, yan komşumuzun ihtiyaç sahibi olup olmadığını bilmediğimiz veya umursamadığımız günlere geçtik maalesef.
Komşuluk ve güven de kalmadı...
Gönderilen bir tas çorbanın maddi görüntüsünden ziyade, görünmeyen tarafında sevgi, saygı, bir arada olma ve paylaşımcılık ikram ediliyordu. Çünkü herkes bilirdi ki başına bir iş gelse yakın akrabalarından önce sıkıntılarına komşuları merhem olacaktı. Yine bizler, seksenli yıllarda çocuk olanlar anne babalarımıza gösterdiğimiz saygıyı mahallenin bütün büyüklerine de gösterirdik. O insanlar da gerektiğinde bir anne baba kadar olmasa da imkanları dahilinde yol gösterir veya yardımcı olurlardı. Şimdi istisnalar olmakla birlikte kaç binada bu tür ilişkiler kaldı ki? Hangimiz acele bir işimiz olduğunda çocuklarımızı komşularımıza bırakabiliyoruz…
Bayramda şeker toplama adetinin bitişinin başlangıç noktası: Kayseri
Bazen bir güzel geleneğin ya da eğlencenin ortadan kalkması için toplumda bir kişinin çıkması bile yeterli olabiliyor. Evet tek bir kişinin canavarlığından dolayı, çocukların bayram eğlencesi ‘şeker toplama’ adeti de maalesef yok olmak üzere. Çocukluğumuzun ve üç dört yıl öncesine kadar bütün çocukların en büyük eğlencelerinden biri olan ‘şeker toplama’ geleneğini de Kayseri'de çıkan bir canavar tek başına kaldırmayı becerdi. Kayseri'deki çocukların başına gelen olaydan sonra içimizde az da olsa bulunan güven duygusunu tamamen kaybettik.
Her kaybolan gelenekle beraber yaşama sevincimizden de bir şeyler kaybetmekteyiz. Memleketinden uzakta yaşayanlar için bayramların tek neşesi olan çocuklar kapılarımızı çalmayı bıraktıktan sonra bayramların da tadı kaçtı. Üçer beşer kapımızı çalan çocukların o cıvıltılarını artık göremeyeceğiz gibi duruyor. Şehir hayatı yaşayan bizlere bayram gününde olduğumuzu hissettiren tek figürün çocuklar olduğunu maalesef bu acı olaydan sonra öğrenmiş olduk…
Kaybettiğimiz değerleri yeniden kazanmak için...
Çocukluk çağlarımızda yaşayıp da şimdi göremediğimiz gelenek ve adetleri sıralayacak olursak sayısız değerlerimizi farkında olmadan kaybettiğimizi anlarız. Esasında geçmişi yad etmek güzel olmakla beraber, yapmamız gerekenler; yeniden komşuluk ilişkilerini tesis etmek, birbirimize olan güvenimizi yeniden sağlamak, yakın çevremizden başlamak üzere maddi ya da manevi olarak dostlarımıza yardımcı olmak ve daha bir sürü unuttuğumuz güzellikleri hayatı geçirmektir. "Bu devran böyle gelmiş böyle gider mantığı" ile ve de neme lazımcılıkla olaylara yaklaşırsak hiç şüphesiz daha bir çok değerimizi kaybedeceğiz…
Mustafa ATAK
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre