Duygusallık sonradan edinilen kişilik sıfatı mı, yoksa doğuştan içimizde olan bir şey midir? Her şeyden önce duygusallık kavramı ruhun içsel malı değildir. Burada ruhu sevgiden ayırmak isterim. İkisinin çıkış kaynakları başka yerlerdedir. Bu yüzden düşüncelerim kiminize kabullenemez gelebilir. Kiminiz de insanın evrendeki yüce değerini materyalist şekilde küçülttüğümü düşünebilir. Yanlışımın doğrulanması olası yanlışlanmalara kapı aralayacaksa, bilgiye giden yoldayım demektir. İlk olarak sezgiden başlayalım. Sezgi gücümüzün algıyla birlikte mi, yoksa zekanın arasıra ortaya çıkardığı ani zincirleri bağlayan yeni kavramalar mı olduğu tartışılabilir. Zekayı alt ide olarak tanımlatma geleneğini terkibsiz (sentezsiz) kabullenip, olası zeka akıl kavram karmaşasına girip önce olgucu yaklaşım risklerini bertaraf edelim. Bu haliyle sezgi gücünü algının yanında aklın öncülü olmadığı halde öncülüymüş gibi davranan bir tanımlama içine de girmiş oldum. Sezgi ve duyularımız dış dünyaya açılan ruhun kapılarıdır. Duyularımız dış dünyaya ait cansızlar, bitki ve hayvan aleminin yanı sıra, insan ırkı ve onun ürettiği egemen paradigmaları da öğrenme sürecini yaşar. Dış dünyadan insan kaynaklı verileri alır da alır. Gelen veriler doğru ya da yanlış olsa da bir süreç sonunda bilgi olmaktan çıkıp bilgiye veya bilgi sanrısına dönüşür.
Duyuların oluşturduğu “metafizik etkileşimler” zeka kavram tanımlaması sonrasında akıla analiz edilme ve klasörlenmek için gider ve beyin aritmetiğinde tanımsız tanım diyebileceğimiz garip dış dünya izdüşümleri olarak ortalık yerde dolaşır. Akıl bunları tanımsız metafizik olarak kabul edip ya dini görüşler şeklinde dogmalaştırır ya da duygusallık verileri şeklinde anlamsız ve mantıktan uzak duygusal paradigma ürünleri olarak belirler. Demek ki nedir gerçek olan? Duygusallaştığınız her şey dış dünyanındır. İnsanın kendi güçsüzlüğüne iradesiyle kabullendiği duygusallığın kodlanması aklın almayacağı ötede bir şeydir. Burada kastettiğim, bilgi akışındaki dini söylemler değildir. Bunlar metafizik bilgi olsa da yoğun duyuların duyguya dönüşmesiyle dogmalaşmıştır ve kaybetmiyeceğimizi biliriz. Bir insana duyulan dostluk ve sevgi ise ruhun önceden sahip olduğu apriori bilgi değildir. Fakat ebeveynden aldığı genetik kodda, bu dış dünyaya karşı vereceği tepki saklanmış haldedir ve zamanı gelince açığa çıkar. Buraların harmanlanıp dizginlenmesi insanı soğukkanlı yapacak ve akıllıca hareket etmesine imkan sağlayacaktır. Lider veya yardımcısı olma özelliği de kazandırır. Bu yüzden doğuştan lider olanların duygusal genlerini dizginleme yetenekleri vardır.
Sonuca yaklaştığımızda “sevgi” dediğimiz şey ruhun ilk ayrılmaz parçalarından değildi. Dış dünyadan yabancı bir veri olarak (daha bebekken) öğrendik. Ebeveyn genlerine yine bebekken, beynimiz ilgili loblarda karşılığını aldığı için sevgi tepkilerini gösteririz. Dış dünyadan aldığımız ilk dış duyusal kaynak ebeveynimizdir. O halde ruhun ilk var oluşunda bunlar ilahi biçimde genetik koda yazılmıştır. Ancak öğrenilmesi dış dünyadadır. Genlerimize geçiş Adem peygamberden bu yana sürmüştür. Şimdi bu açıklamayı yarı materyalist çizgiden ayıran metafizik görüşüme gelince.. Adem’e üflenen ilahi lütuf merhamet ve sevgi doluydu ve genetik koda ilahi bir müdahale ile yerleşti. Fakat sevgiyi öğrenmemiz için dış dünyaya geldik. Onu yabancı bir veri olarak öğrendik, fakat işi çığırından çıkartıp cinsel temelli patolojik aşklara tutulduk. Bize yaratılışta (cen halindeyken) tanrısal şekilde üflenip ruhumuza kodlanan sevginin ilk ve tek asıl dönüş hedefi ise insanın O’na yönelmesiydi. Tanrı insanlar arasında barış ve sevgiyi sağlamayı ilahi olarak kodlarımıza yazdığı halde bunu idrak edemedik. Bunu başaramadık bir türlü!. Sadece barış, sevgi, ışık paketleriyle dolaşan klonlar haline dönüştük. Lafa bayılırız, fakat onun kaynağından çıkarmak için düşünüp çabalamayız.
Bence sevgi iyi olmaktır, iyilik yapmaktır, iyi davranmaktır. Schopenhauer’in dediği gibi iyi iradeyi kalıcı kılmaktır. Bu yüzden kendinize dost edinmek istiyorsanız seven kişiyi değil, iyi bir insanı arayın. Asla pişman olmazsınız!.. Kutsal kitaplar sevgiyi öğütlerken aslında iyi insanı, kamil insanı, Allah'a teslim olmuş takva dolu bir kulu işaret eder. Allah insanlara sevgi bilgisini, genlerine cen halindeyken kodlamıştır. Fakat bu kodun çözülmesi için yine yaratıcının izlerini taşıyan muhteşem doğaya yöneliriz. O halde..
Sevgi doğuştan bilgi değil, doğadan bir bilgidir.
Bu yazıya 1 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre