Eski zamanlarda bir köy ağası, çiftliğine yeni bir kahya almış. Zaman geçtikçe kahyanın işinde ki başarısını ve dürüstlüğünü gören ağa,kahyanın üzerine abartıya kaçacak şekilde titremeye başlamış. Öyle ki kendi sofrasında bulunan her yiyecekten ona ikram edip, kendine giysi alırken aynısını ona da almaya başlamış.
Aradan çok fazla bir zaman geçmeden kahya mutsuzlaşma ya başlamış. Ağa, sürekli neden mutsuz olduğunu öğrenmeye çalışsa da tatmin edici bir cevap alamamış. Kahya, bir gün sessiz sedasız bir şekilde veda bile etmeden işi bırakıp köyüne dönmüş.
Kahyasından fazlası ile memnun olan ağa,kahyanın arkasından giderek ikna edip getirmek için yola çıkmış. İlk iş olarak köyün hatırlı kişilerine müracaat ederek sorunu halletmeleri için yardım istemiş. Ağanın ricasını kıramayan köyün ileri gelenleri kahyaya giderek durumu anlatmışlar. Kahya ıkıla sıkıla ağanın yanında aç kaldığını ve asla geri dönmeyeceğini söylemiş...
Kahyadan aldıkları cevabı heyet ağaya birazda ayıplayarak iletmişler. Ağa ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra bu suçlamayı kabul etmeyerek yüzleştirilmelerini istemiş. Bu kez heyet yanlarına ağayı da alarak tekrardan kahyanın evine gitmişler. Aklına bile gelmeyecek bir nedenden dolayı itham altında kalan ağa biraz da hiddetli bir şekilde,
-Bu suçlamayı bana nasıl yaparsın? Paranı zamanında vermedim mi? Kendi giydiğim giysilerden sana da giydirmedim mi? Ha bir de en önemlisi aç kaldığını söylemişsin,sana et yedirmedim mi? Bal, kaymak yedirmedim mi? Has peynirlerden, yoğurtlardan yedirmedim mi... diye ağa yaptığı ikramları sıralarken, kahya aracı heyete dönerek şöyle seslenmiş,
-Bakın bakın hiç ''ekmekten'' bahsediyor mu...
Ağa ve kahyanın yaşadıkları her ne kadar ilk bakışta komik gibi gelse de, bizler için ders alınması gereken bir öyküdür. İkilinin bu garip öyküsü, hayatın gerçeklerinin kısa bir özeti gibi. Bir tarafta elinde ki bütün nimetleri işçisi ile paylaşan bir ağa varken, karşısında sadece karnının doyması için bir ekmeğe razı olan bir kahya var. Esasında günümüzde bir çoğumuz ağanın durumundayız. Sevdiklerimize çok büyük şeyler verdiğimizi düşünürken teferruatta kayboluyoruz. Bize teferruat gibi görünen şeyler bazen karşımızda ki insan için dünyalara bedel olabilecek ehemmiyette olabiliyor.
Yapmamız gereken,mutluluğun sadece büyük şeylerle gelmediğini idrak etmek ve beklentileri olanlara en ihtiyacı olanı vermek olmalı. Benim düşüncem ailemize, eşimize, dostumuza ve sevdiklerimize verebileceğimiz en önemli şey ''sevgi'' olmalı. Zaten sevgi üzerine kurulu bir yaşam kurabilmişsek gerisinin çok da önemi kalmıyor... Uzun lafın kısası, biz bu dünya da birer ağa isek, çevremizdekilere ilk önce ekmek vermesini öğrenmeliyiz...
Mustafa Atak
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre