Yatağında bir başına bıraktığı eşini hiç düşünmeden hastaneden uzaklaşıyordu. Kalbinde merhametten ve sevgiden ufacık bir kırıntı bile yoktu. Aksine kendini sırtından yalçın dağları atmış kadar hafif hissediyordu. O umarsızca giderken arkasında bıraktığı hayat arkadaşı, gözlerinden akan yaşlarla beraber gücünün yettiğince beddua ediyordu.
Belki de sessiz sedasız çekip gitse bu kadar ağırına gitmeyecekti. Sanki bir an önce ölmesini istercesine 'bu genç yaşımda ölüme mahkum bir kadını daha fazla bekleyemem' demişti. Oysa hastalanmasa durum böyle mi olacaktı? Birkaç yıllık evliliklerinde birbirlerini ne kadar da çok sevmişlerdi. O yıllar ikisi için de yokluğu dahi unutturan sevgi yılları olmuştu...
Belli belirsiz hareket eden dudaklarından şu beddualar döküldü 'Allah'tan tek dileğim sen de bu hastalığa yakalan, son nefesini burada ve benim gibi tek başına ver'... Bu sözler kalan ömrünün son birkaç saatine sığdırabildiği son cümleleri oldu.
Hastanenin kalabalık olan odalarından birinde, oksijen tüpleri ve nefes açıcı ilaç veren cihazların çıkardığı gürültüler arasında sessizce son nefesini verdi. Onun ölümü hiç kimsede bir heyecan uyandırmadı. İnce hastalığa yakalanıp da kurtulan o yıllarda hemen hemen yok gibiydi. Hastane duvarlarından daha soğuk bir hemşire kapıya doğru bakan gözlerini kapadı. Arkasından hasta bakıcılar bir çocuk kadar küçülmüş bedenini aynı ruhsuzluk içerisinde morga indirdiler. Bu hayatta nasibine düşen, kendi gibi çaresizlik içerisinde yatan diğer hastaların akıttıkları birkaç damla gözyaşıydı.
Yıllar boyunca hastane köşesinde kaderine terk ederek gittiği eşi için hiç vicdan azabı duymamıştı. Ta ki aynı hastanenin hiç değişmemiş polikliniğinde doktorun kendisine akciğer kanseri tanısını koyana kadar...
Evet onunla aynı kaderi yaşayacaktı. Her ne kadar devir değişse, teknoloji ilerlese de aynı oranda ilerlemiş hastalığına bir çare olmadığını çok iyi biliyordu. Onu bıraktığı odanın tam karşısındaki odayı ona tahsis etmişlerdi. Etrafında eşi, çocukları ve arkadaşları pervane olsalar da hiç umursamadığı eşiyle aynı kaderi paylaşacağının bilincindeydi. Yıllardır nasıl bu kadar pervasız yaşadığının muhasebesini yapıyordu. Kendi etrafında bütün eşi dostu yakınları vardı. Oysa onun tek tutunacağı dalı kendisiydi ve o dalı acımasızca koparmıştı.
Ziyaretine her gelen herkese aynı cümleyi tekrarlıyordu "vefalı olun dostlarım" ... Bu cümle hikayesini bilenlerde derin hisler uyandırıyor, bilmeyenler için ise bir mana ifade etmiyordu. Vefa diyordu. Hayat ona vefanın insan olmanın en temel kurallarından biri olduğunu acı bir şekilde öğretiyordu. Fakat ne zamanı geriye götürmek ne de gidenleri geriye getirmek mümkündü.
Bir Ankara sabahında dudaklarından vefa kelimesi çıkarken son nefesini verdi. Onun gözleri de eşini bıraktığı odanın kapısına bakıyordu... Onun için gece gündüz koşuşturan, destek olan onlarca kişi olmasına rağmen ruh aleminde sessizce yaşadı son günlerini. Son günlerinde onu bıraktığı günün tam aksine, sırtında dünyanın bütün yükünü taşıdı. Dostlarının arasında ruhunu yalnızlıktan kurtaramadı...
Ne diyordu?
Vefalı olun dostlarım...
Bu yazıya 5 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre