Öyle iftiralar atılıyor ki, insan yazıya başlık atarken dahi utanıyor. Yıllardır bu ülke ve dinimiz için uğraşan insanlar; herkesi -tüm dünyayı- kucaklama sevdasına düşmüşler, bir kısım ufku dar insanların tahakkümü altına altında ezilmeye çalışılıyor. Fakat iş lafta bitmiyor. Lafla peynir gemisi yürüse, Türkçe Olimpiyatları gibi 160 ülkede Türkiye'den bahsedilmezdi. 160 ülkenin insanı Müslümanlık nedir bilmezdi. 160 ülkede gayr-i müslimler "demek ki İslam terör demek değilmiş; hoşgörüymüş" demezdi...
[toc]Özellikle Ortadoğu'daki yakın geçmişte yaşananlar, terör dendiğinde Müslüman, Müslüman dendiğinde de akla terör kelimesinin gelmesine neden olmuştu. Fakat 90'larda Hocaefendi "Gün gelecek stadyumlara sığmayacaksınız" cümlesiyle ufkunun genişliğini ortaya koymuş, Hizmet erlerine de bir hedef tayin etmişti. Öngördüğü gibi de oldu...
Birileri hasedinden çatlasa da "nereden toplamış bunlar bu kadar çocuğu" diye feryad etse de, dünyanın dört bir yanına dağılan fedakar öğretmenlerin ve en önemlisi de Allah'ın inayeti sayesinde en başta Müslümanlık, sonra da Türkiye dünyada pozitif algılara neden olmaya başlamıştı.
Cemaat dışarıda iyi, peki içeride?
Fakat bu ülkenin kötü çocuğu olmaktan bir türlü kurtulamadı(!) Dışarıda ne kadar takdir edilse, Müslümanlıkla ilgili olumsuz imajları yıksa da, içeride bir türlü hazmedilemiyordu. Açıkçası ülkemizde cemaat adı verilen yapı kadar okumuş kadrosu olan bir başka oluşum yok. Halbuki bizim düsturumuzda kardeşimize laf etmek yoktur. Din için hizmet eden herkes kendince bir çaba içindedir. Doğruluğunu yanlışlığını tartışmak bize düşmez. Zaten Üstad'ın da ifade ettiği gibi "Bizim yolumuz Hak yoldur" demekte beis yok, fakat "Tek Hak yol bizim" demek çok sakıncalıdır.
Siyasiler açısından Hizmet
Siyasilerin kalkıp Hizmet'le alakalı atıp tutmasını anlarım. Yolsuzluk söylentileri ayyuka çıkmışken soruşturulmasın engellemek için birçok yasayı çiğneyen bir iktidar var. Öte yandan Hizmet hareketindeki genel algıya göre yolsuzluk soruşturmasının üstünü örtmek yanlış. Eğer 70 milyonun hakkı gasp ediliyorsa, bunu yapılan metrolarla, yollarla örtmeye çalışmak doğru değil. Hükumet de -eğer yolsuzluk yapmışsa- bunların ortaya çıkmasından korktuğu için yargının önüne taş koyuyor. Ve Hizmet'in de soruşturmayı desteklemesine hainlik gözüyle bakıyor. Fakat Hizmet, baştan beri dile getirdiği üzere "siyasi bir partiyi desteklemiyor." Bunu defaatle GYV Başkanı Mustafa Yeşil olsun, farklı kişiler olsun dile getirdi. Dün, herkes "bunlar Ak Parti'ci" diyordu. Fakat o gün bu ifade ne kadar yanlışsa, bugün söylenenler de yanlış. Zaten o dönem Yalçın Akdoğan:"Cemaat Ak Parti'yi değil, projeleri destekliyor" demişti. Fakat şimdi herkes "Ne oldu da dün can ciğer kuzu sarmasıydınız da şimdi böyle oldunuz" diyor. Olan belli. Dün "demokrasi, özgürlük" diyenler bugün "antidemokrasi ve yasak" diyor. Yolsuzluk iddialarının üstünü örtmeye çalışıyor. Yolsuzluk meydanlarda bağırarak ya da çok oy toplayarak aklanmaz. Herşeyin bir yolu yordamı vardır. Adli suçlar, adliyede aklanır. Bu kadar basit, net. Millet prosedürü bilmiyor olabilir. Bu durum, Ak Parti'ye oy kazandırmış olabilir. "Hainler, yıkmaya çalışıyorlar" lafları prim yapmış olabilir. Ama hiçbiri yolsuzluğu aklamaz.
Diğer cemaatler açısından Hizmet
"Siyasilerin Hizmet'le ilgili iftiralarını anlarım" diye başlamıştım... Ama cemaatlerin de buna alet olması beni şaşırtıyor. Bize öğretilene göre hiçbir cemaate laf etmemek lazım. Çünkü içlerinde bir tane ihlaslı, salih/saliha insan varsa çok büyük bir hak tecavüzü söz konusudur. Ve insan bunun altından kalkamayabilir. Fakat şimdilerde kimi cemaat mensupları çıkıp "Hizmet şöyle, Hizmet böyle" diyor. Arkadaş el insaf. Bu iş buralara "Hizmet'in oyu %1 lafı ile geldi". Dershaneler kapatılmaya çalışıldı, evler kapatılmaya çalışıldı. Hizmet'e gönül verenler linç edilmeye çalışıldı. Olmadık yerlere sürüldü. Sürgünden sürgüne gönderilen bir devlet memuru da hastalığından ötürü bu zulme daha fazla dayanamayıp vefat etti. Demem o ki; manevi oluşumlara ithamda bulunmadan önce çok düşünmeli. Düşündükten sonra kötü bir söz söylenecekse de söylenmemeli.
Peki Cemaat'te kim iyi kim kötü?
Zaten Başbakan olayların başında tavan/taban ayrımı yapmıştı. Güya tepedekilerin amacı başkaydı. Tamam da bu yapı ancak siyasi oluşumlarda olur. Üstteki insanın takip edilmesi, insanları o kişiye saygı duyması için siyesette siyasi bilgi, cemaatlerde de dini bilgi ön plana çıkar. Evlenmemiş, hayatın inzivada geçirmiş bir insan 80'ine kadar durdu da 80'inden sonra mı devleti ele geçirmeye çalıştı. Yuh denir bu iddiaya. Zira başlarda "Hocaefendi iyi de etrafındakiler kötü" diye başlamıştı. Sonra Hocaefendi de etrafındakilerle birlikte kötü oldu. Ama taban masumdu. "Örgüte gönül veren kardeşlerim" demeye başladı Başbakan. Bilmiyordu ki örgüte gönül verenler artık onun kardeşi değildi. Siyasi rant peşinde koşan insanların yapacağı türden açıklamalar yapıyordu. Yıllardır basılmayan Risaleleri, 12 yayınevi basıyorken devlet eli ile dağıtılmasına başka ne denirdi ki? Bugüne dek ağzına almadığı Bediüzzaman ifadesi artık neden dilinden düşmüyordu ki... İşte iyi kötü ayrımının sürekli değiştiği Başbakan nezdinde artık yurtdışındaki öğretmenler de hain olmuştu, ağabey/ablalar da... Baktı ki oy kotaramıyor, artık herkese esip gürlemeye başladı. Sonra da "bunlara ekmek/su yok", "Türkçe Olimpiyatları mı? Bitti o iş bitti"lere geldi iş... E hani Başbakan'ın yurtdışında hizmet edenlerle bir alıp veremediği yoktu? Hani onlar saf masum köylülerdi? Türkçe'nin yayılması ve dinimizi anlatmaktan başka bir gayesi olmayan insanlardan neden gocundular anlamak zor.
Cemaatin savunma refleksi
Tüm bu asimetrik güç gösterisine Hizmet'in verdiği karşılık köşe yazıları ve internetten seslerini duyurmaya çalışmakla oldu. Baştan beri ortaya çıkan herşey cemaatin üstüne atılmak istendi. Fakat "iddia sahibi iddiasını ispatlamakla mükelleftir" sözü sadece Başbakan'ın meydanlarda sarf ettiğiyle kaldı.
Cemaate atılan suçlara verilen cevaplar hep şu minvalde oldu:"Yapanlar tespit edilsin, cezalandırılsın ama herkes itham altına alınmasın." Çok açık ve net. Araştıracak kurum belli, cezayı kesecek kurum belli. Bu iş neden sulandırılır? Eğer Başbakan gerçekten bu işleri cemaatin yaptığına inanıyorsa neden yargılanmaları sağlanmıyor. Bakın kaç ay geçti, kaç ay... Ortada fol yok yumurta yok. Kanunsuz işleri yapan kim? Kim olduğu belli... Mesele Efgan Ala'nın ses kayıtları çıktı "gerekirse yasa yapar, suç olmaktan çıkarırız" diye. Yahu bu kayıtlar montaj mı değil mi onlar neden araştırılmıyor mesela?
Yolsuzluk şaibesini ortadan kaldırmak zor mu?
Başbakan istese, kayıtların montaj olmadığına inansa bu şaibeleri ortadan kaldıramaz mı yani? Çok mu zor? Yapmıyorlar ama. O kadar subjektif bakılıyor ki olaylara. Bir tarafta "biz suçsuzuz varsa bir suç yapanlar cezalandırılsın" diyen cemaat sözcüleri, öte yanda da herşeyin üstünü örtmeye çalışanlar...
Suriye konuşmalarının sızdırılması
Yahu bu kadar mı göremez olduk olan biteni... Bu yazıyı seçimden önce yazmayı çok istedim fakat sanki seçim yatırımı gibi görülmesini istemedim. Seçim sonuçlansın, algı manipülasyonu yapmış gibi olmayayım dedim... Ak Parti aldı oyların %45'e yakınını. Yani şu an bunları yazmamın amacı seçimi etkilemek değil. Ama Hizmet'e inanılmaz iftiralar atılıyor. Olmadık işler Hizmet'e mâl edilmeye çalışılıyor. Mesela Suriye konuşmalarının sızdırılması ile ilgili yazımda dediğim gibi, konuşma içerden biri tarafından sızdırılmış...
Aklının alıyor mu devletin zirvesinin konuşma öncesi böcek araması yapmamış olacağını? Devlet işleri sizce bu kadar mı basit? Bu iş o kadar ayağa düşmüş olabilir mi? O zaman şurda biz de bir devlet kuralım da yönetelim... Akıl almaz suçlar var ortada. Yani gerçekten gerizekalı olmak lazım o konuşmanın dışarıdan birileri tarafından kayda alınmasına müsade etmek için. Varsa başka izahı, yapsın biri. Cemaat nasıl o konuşmayı sızdırabilir acaba...
Cemaat o kadar büyükse ve amacı hükumet devirmekse, neden hala deviremedi? Özellikle o Suriye konuşmasının sızması için çok büyük tesir gerekli. Cemaatin zaten o kadar tesiri olsa, böyle işlerle uğraşmazdı. O zaman akla çok kötü şeyler geliyor... Yoksa gerçekten iddia edildiği gibi devlet zirvesinde herkes teminat amacıyla kayıt mı tutuyor?
Cemaat partizan mı?
Dün amaç demokratik söylemleri sürdüren, anayasa vaad eden Ak Parti'ye söylemlerinden ötürü destek olmaktı. Biz niyet okumakla görevli değiliz. Söylediler, inandık ve oy verdik. Fakat vaadlerini yerine getirmeyip, ülkeyi tek adam rejimine çevirdiler. Ve sırf bu yüzden, cemaat partizan olmadığı için, dönemsel olarak bir kısım partilerin tepkisini çekmiştir. Burada önemli olan şu; aynı devletin başına uygulamaları ile halkın nefret edeceği bir lider gelse memnun olurlar mıydı? Başbakan, uzun zamandır sürekli aldığı oyu düşünüyor ve o kitleyi memnun etmeye çalışıyor. Ama Başbakanlık bu değil... Ülkenin Başbakanı olmakla, seçmen kitlesinin başbakanı olmak çok farklı şeyler. Tayyip Erdoğan artık ülkenin değil, yalnızca kendisine koşulsuz şartsız evet diyenlerin Başbakanı'dır. Ve her koşulda evet demeyen insanları dışladığından ötürü ona oy vermediğim için hiç pişman değilim. Dinimizde niyet okumak yokken bugün "biz masumuz" diyen milyonlara bugün "kafir" ithamı yapılıyor. Onların saygıyla nazar ettiği insanlara "şeytanın evlatları" deniyor. Bunlar, açık söylüyorum direkt küfür ithamıdır. Ve dinimizde bir insanı küfürle itham etmek çok tehlikelidir. İki kişiden birinin dinden çıkması ile sonuçlanır. Eğer küfürle itham edilen kişi öyle değilse, o ithamı yapan dinden çıkar. Bu kadar açık ve net bellidir bunun hükmü. O yüzden cemaatteki insanlara, onlara gönül verenlere "kafir, şeytanın evlatları, bilmem kimin uşağı, Yahudi yamağı" gibi ithamlarda bulanların, başkası için değil, sırf kendi imanları için tövbe etmeleri gerekir.
İftiranın dinimizdeki hükmü
Misal; ben de Hizmet'e gönül vermiş biriyim ve doğal olarak edilen iftiraları üstüme alıyorum. O kadar itham sarf edildi ki... Eğer o ithamlar benim üstüme yapışmıyorsa Rabbim nezdinde, ben o ithamlarda bulunanlardan davacı olmasam da inanıyorum ki Rabbim benim hakkımı savunacaktır. Bana küfür ithamında bulunanlar, eğer ben öyle biri değilsem, dinden çıkmış olacaktır. Diyelim ki -hafizanallah- benim amacım başka ve dinden çıkmış biriyim. O zaman edilen ithamlar doğru olur. Orasına sözüm yok; ama bu ithamda bulunanların Cennet'teki makam/mevkileri artmaz. Fakat o ithamlar doğru değilse...
Küfür ithamındaki tehlike
O yüzden objektif olun. İnsanlara küfür ithamında bulunmanın kimseye yararı yok. Hakkında milyarlarca dolar yolsuzluk iddiaları olan kişiler hakkında dahi bugüne dek çıkıp da Hizmet'ten biri "bunlar müslüman değil, kafir" demedi. Ama Hizmet hareketindeki milyonlara her gün 5 vakit namaz eda eder gibi iftiralar ediliyor. Allah bunun hesabını sorar... Bir yetimin hakkını bile yerde bırakmayacak olan Rabbim, kimseyi ihmal etmez; ancak mühlet verir. Ve bu hareketin tamamına iftira atanlar içindeki tek bir masumun dahi hakkına girmişse, o hakkı kendilerinden alacak Kudret'ten korkmalıdırlar. Korkmalı, ve iftira etmekten haya etmelidirler. En azından ahiretleri için...
Bu dünya burada kalır. Amellerimizin karşılığını buluruz. Ama ettiğimiz iftiralar bizi yerin yedi kat dibine sokar. Bu işten sıyrılmanın en kolay yolu, ortada adli kayıtları bulunan yasal dinleme ve görüntülerin incelenmesi, varsa yolsuzluk ortaya çıkarılmasıdır. Hırsızlık haramdır. Kul hakkı en büyük günahlardandır ve telafisi yoktur. Yolsuzluk; yetmiş milyonun hakkına girmektir. 70 milyonun kul hakkı altından kalkması zor bir vebaldir. Bu vebale ortak olmamak lazım.
Baştan beri söyleneni tekrar edeyim; yolsuzluk iddialarının üstü örtülmemelidir. Dava neticelendirilmelidir. Yargıya izin verilmelidir. Eğer yolsuzluk yoksa hükumet aklanacak ve güçlenecektir. Böyle birşey yoksa müslümanlar arasındaki ihtilaf da ortadan kalkacaktır. Ama varsa, bu günaha ortak olan milyonlar da doğruyu görecektir inşallah.
Bu yazıya 4 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre