Susmak Gibi

Susmak içine ateş düşmüş bir mavi deniz gibidir. Üzerine puslu bulutlar çökmüş başı karlı dağlar gibidir. Zaman zaman rengi kızıl havaların çaldığı çöl akşamları gibidir. Susmak bu akşamlarda şarkının en hareketli yerinde deli bir rüzgâr gibi esmektir. Bazen, bir gurbet treninin arka vagonunda küsmek gibidir. Susmak sadece konuşamamak mıdır? Susmayı bu şekilde algılamak en büyük yanlışlıktır Bu yanılgının en güzel ispatını lal olanlar verir. Onların kelimelere hükmedememesi onların suskun olduğunu mu gösterir? Onlar da, tüm konuşan insanlar gibi düşünür, anlatır ve belki çoğumuzun söyleyemediğini gözleriyle fısıldarlar bizlere. Ama onların hükmedememesi, konuşmanın kelimelerle olmadığının en büyük göstergesidir. Nedir o halde susmak? Belki üç noktanın yan yana dizilişi ile biten muhteşem bir cümledir. Susmak, konuşmaktır aslında anlayana; harfsiz, kelimesiz, cümlesiz. Anlayan, suskunluğun derin yüzünde, susmanın ifade ettiği tüm manayı okur. Susmak, birilerini anladığı ya da anlamamak istediği gibi kabullenmek hiç değildir. Güce hükmedenlerin, suskun çoğunluğun her şeyi kabullendiklerini algılamaları yanılgının en tebessümlü halidir. Susmak bazen içinde çığlıkların boğulduğu yosun tutmuş bir deniz gibidir. Bazen, güneşleri meçhul limanlara çekilmiş gökyüzü gibi, bazen rotası çizilmemiş yollarda arkana bakmadan her şeyi oluruna bırakıp çekip gitmektir. Susmak bazen yarına postalanmış umut mektubu olur postaya verilmemiş. İçine soluk güller konulmuş, aşk şiirleri yazılmış, biraz kırılmış biraz alınmış biraz da uçları yakılmış bir mektup. Utangaç bakışlar, kızaran yüzler, umut mektubunun her satırında kendini ifade edecek bir kelime bulmuştur işte. Bazen en candan konuşurken bile susar insan. Bütün kelimeler, harfler, lakırdılar odadaki boşluğu doldurmak içindir. Hani öylesine denize atılmış bir olta gibi, boşluğa bırakılmış cümlelerdir. gitarli yalniz kadinSusmak konuşmaktan daha zordur aslında. Konuşurken istediğin yerde durup soluklanırsın, istediğinde bağırır, sesini yükseltir, istediğinde gülersin. Ya susarken… Ya susarken bütün çığlıkların, hıçkırıkların, yalvarışların, isyanların düğümlenir kalır bir yerde. Kıyısını aşındıran deniz gibi aşındır yüreğinin en sert duvarlarını. En umulmadık yerlerde çeker yataklara karahummalı sevda hastalığı gibi. Susmak çekilmektir içindeki derin yalnızlığa. Direnmektir aslında, kelimelerin anlamsızlığa, mananın bitişine darılmaktır kendi çapında. Susmak, sessiz bir çoğunluğun konuşan azınlığa karşı isyanı, başkaldırmasıdır. Ama çoğu zaman zaferimiz, cesaretimiz ve azmimizdir. Söylemek istediklerimiz saklı bir kumbarasıdır. Biten kelimelerin sonsuzluğa gidermişçesine yolculuğa çıkmasıdır. Daha sonra kimsenin bilmediği uçsuz bucaksız adalara yol almasıdır. Suskunluk, ıssız bir adaya düştüğüne göre artık konuşmalıdır bence. Haykırmalı, denize bakarak yaşadıklarını, bağırmalıdır. İçinden geçenleri, tüm yaşadığı duyguları kumsala savurmalıdır. Daha sonra o adadan ayrılmalı ve yaşamına kaldığı yerden devam etmelidir. Artık konuşur mu yoksa eskisi gibi susar mı bilemeyiz. Ama bilinen bir şey varsa, o da hayata uyum sağlayacağıdır.