Kırık sandalye gıcırdadı altında. Çıkan ses sanki yanlızlıgına ortak olan bir dostun sesiydi. Ayağa kalktı, boyasız soğuk duvarlara baktı yüzü ekşidi. Çatlak ve tahtaları çürümüş pencereye yürüdü. Ayın ve yıldızların terkettiği cansız karanlığa baktı.Dolmuştu kara bulutlar gibi, bedeni büyük fırtınayı bekliyordu. Direnemedi daha fazla gözleri doldu, hıçkırıkları göz yaşlarından önce davranmıştı. Yüzünden sıcak yaş sağnak gibi akıyor agzına tuzlu bir tat geliyor ve karanlığa dalıyordu adam. O kadar dalmıştı ki derine karanlığın bile ötesindeydi şimdi. Hıçkırık sesleri bir tek çekyatın ve sandalyenin olduğu odada duvardan duvara çarparak yok oluyordu. Kapana sıkışmıştı sesi gibi; hiç çıkış yolu yoktu, sesi gibi kaybolmayı diledi. Ama hala oradaydı ve çaresizdi çatlayan camın canını aldı ellerinden kırmızı sıcaklık dökülürken hiç fiziksel acı hissetmedi sadece sıcaklık.
Derinlerde yeşilliği gördü, gülen insanları ve acıtmayan serin yağmuru gördü. Hırçın denizle düet yaptığı günler geçti gözünün önünden. Oysa bilemedi bunların kıymetini hep yakınmıştı bu hayattan, güzellik olarak görmemişti hiç. Şimdi ise hayran olarak gittiği hayatın kollarında boğulmaktaydı. Eli refleks gibi sigara paketine gitti, kanlı eliyle paketi yokladı herşey gibi herkes gibi sigarasıda terk etmişti onu. Paket, dokunduğu son dostuymuş gibi içten sıktı.
Sonun bir adım gerisindeydi artık. Gök yüzündeki karanlıktan çekti gözlerini kırık pencereyi açtı. Gözleri şimdi sekiz kat aşağıdaki yoldaydı. Cansız bir sokak lambasın aydınlattığı yol onu çağırıyordu. Kurtuluş bir adım ötedeydi ya da yüz altmış basamak aşağıda......
İrkildi kendine geldi sıyrıldı o andan. Elini tuttuğu küçük kıza dönerek "evet ben de ağladım kızım, kırık camlar önünde".
a.p
Bu yazıya 1 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre