‘İyi bir gelecek için, iyi bir eğitim şart’ sloganı, her sayıda yayınlanan gazete künyeleri gibi eksilmez oldu gündelik hayatımızdan. Eskilerin dediğine göre ekmeğin eski tadının kalmadığı şu günlerde sloganlar da daha bir yavan. Sabah kahvaltısındaki bir bardak çay kadar lezzetine tutsak olduğumuz bu slogan da daha bir yavan. İster sokağa çıkıp sırf tasarruf olsun diye ‘sokak röportajı’ ile program dolduran bir kanal gibi her gördüğünüze, isterseniz açın ‘sosyal medya’ adlı popüler dergiyi ve insanlara bu sloganın mahiyetini sorun. Aklınıza ön yargı yerleştirmek gibi olmasın ama eğer bilgiye ve bilime önem veriyorsanız cevaplar sizin için çok acı olacaktır. İnsanların eğitim dediklerinin birkaç paragraf ezber ve gelecek dediklerinin o ezberlerle yüksek notlar alınmış sınavların getireceği meslek ve paradan kasıt olması bir ‘popüler acı’dır. Bir Dostoyevski karakteri gibi ‘ah bu günümüz nesli’ yakınmaları yapmak istemiyorum ki henüz kendisi bu neslin bir parçası olan birine düşmez sanıyorum bu yakınmalar.Her ne kadar hakkım değil gibi görünse de buna katılmıyor ve birkaç acı kelam etmek farz diye düşünüyorum.
Bir senfoni orkestrası ya da Normandiya’da Hitler’e karşı koşan askerler gibi giydirilmiş üniformalarla başlanır ‘eğitim ve öğretim hayatı’na. Saat başı aldığı parayı hesaplayan ve maaşı az geldiği zaman öğrencileri bırakıp eyleme giden, ‘para yoksa eğitmem de öğretmem de bu çocukları’ mantığına sahip öğretmenler karşılar öğrencileri. Henüz 5-6 kelimeden fazlasını bir araya getirip cümle kuramayacak bir öğrencinin okuma-yazma konusundaki bezdiriciliğinden bahseder. Diğer yandan da kendisini yormayan öğrencileri göz bebeğidir. Sürekli yakındığı maaşından bile ödün vererek bir şampiyonluk kupası önemi verdiği kantinin son kullanma tarihi yaklaşmış nimetlerini ikram eder. Sonraki aşamada ise birçok öğrenci anlamını çok sonra öğreneceği ‘hiyerarşi’ kelimesini pratikte yaşamaya başlar. Bu kelime, o öğrencilerin bir kez hayatına girdikten sonra bütün okul hayatı bunun üzerine şekillenecektir.
Karneler, deneme sınavları, notları her daim yüksek o meşhur ve ‘zeki’ komşu çocuğu ve dahası ile savaşan bir öğrenci de üniformasının hakkını verip öğrenmek yerine yarışmaya ve savaşmaya odaklayacaktır kendini. İşte bu yüzden belirli bir okul tecrübesine sahip öğrencilerin vahim bir çoğunluğu ne öğrendiklerini bilmiyorlar ve merak da etmiyorlar.
Bu kadar vahim bir tabloyu görmezden gelen yakınmacı insanlar ‘neden bizde bilimsel araştırmalar yok’ gibi dertlerle inlemeye başlıyorlar. Bu noktada kan ve revan içerisindeki lise ve öncesi eğitim hayatından sonra ışıkları üniversitelere tutmak gerekiyor. Uzun soluklu yarışlardan geçerek iyi ya da kötü herhangi bir üniversiteye gelmiş olan öğrenciler, akıllarında yeni sınavlar ve ürkütücü sesi daha da yakından gelmeye başlayan meslek kaygısı ile bilimden ve öğrenmeden yine kaçıyorlar.
Biraz üniversite havası almış herkesin malumudur ki vize ve final dönemi yaklaşan öğrencileri ‘Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’ gibi karamsar ve panik dolu bir hava kaplar. Notlar, slaytlar, hocanın ağzından alınmış kritik bir kelime ve daha nicesi ile geçen panikler ile geçer günler. Çocukluğundan beri yukarıda bahsedilen bir ortamda yetişen öğrencilerin, üniversitede de vize ve final dönemlerindeki asıl derdi yüksek nottan ibaret oluyor. Üstelik yarışlara ve başarılara odaklanmış bu hayatlara meslek ve gelecek kaygısı da eklenince üniformalarından kurtulan bu askerleri yine vahşi tabloda görüyoruz.
Kısacası, okul hayatımız boyunca ne eğitim-öğretim görüyoruz ne de gelecekten kastımız gerçek bir gelecek. Hipodromdan esinlenme bir esinti ile kurulmuş okul ve sistemi içerisinde ektiklerini biçerken acı verici sonuçlar çıkıyor karşımıza. Notlar ve sınavların tedirginliği ile okul hayatını yaşayan insanların gelecekten kastı meslek öteye gidemez. Bu noktada herkesin kendisine bir parça sorması gerektiği sorular geliyor akıllara ama vizedeki 30 puanlık sorular engel oluyor. Kötü bir kehanetten öte trenin rayına bakarsak ne bilim gelişecek bu topraklarda –ki kastedilen sadece fizik, kimya vs. değil sosyal bilimler de dâhil- ne de öğrencilerin derdi bilimi geliştirmek olacak. ‘Nasıl olsa buradan sınavda sorumlu değiliz’ diyerek derslerin öteleyen bir topluluk için bu tespit hiç de gerçek dışı değil maalesef. Son bir çare olarak, kaleyi içten fethetmek amaçlı, sınavlarındaki notlarının kâbusları ile savaşan tüm öğrencilere bir soru sormak lazım: Çok çalıştığınız bu günlerde, biraz olsun yarışmanıza ara verip soluklansanız ve notlarınız yerine öğrendiklerine odaklansanız olmaz mı? Rica etsek biraz oksijen almaz mısınız?
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre