Bir Garip Ülke: İşçi Ölümleri

Trajik olaylar ülkesi ülkemiz ne yazık ki. Her gün yeni bir ihmal ve dramlara gebe kalıyor gözlerimiz. Artık sokağa çıkmaya korkar olduk, işe gelmeye çekinir... Gerçekten düşünmeden edemiyoruz artık bu günki şanssız insan ben mi olacağım diye.

Daha önce bir yazımda işimizin velinimetimiz olduğu ile ilgili düşüncelerimi dile getirmiştim. Dört elle sarılmamız gerektiğini, bize iş imkânı sağlayan ve gerçek anlamda bizleri koruyan işverenlerimiz için daha hoşgörülü olmamız gerektiğinin altını çizmiştim.

Tabi bu düşüncelerim bu muameleyi hak eden işverenler için geçerliydi. Çalışan, emekçinin canının hiçe sayanlar için değil. Geçtiğimiz günlerde bir asansör faciası yaşandı. Şaka gibiydi gerçekten. Devasa paralarla rezidans yapmaya kalkışan malum işverenler, girişimciler, insan simsarları artık ne derseniz deyin asansörü taşıyan bir parçayı önemsememişler. Umursamamışlar. Aman bir şey olmaz, olsa da benim canıma mı olacak diye savsaklamışlar. Görmezden gelmişler. En son planda yapılacak veya yapılmasa da olur olan işlerin arasına atmışlar. Kısacası umurlarında bile olmamış.

Peki sonuç? On işçinin trajik ölümü. Şaka gibi değil mi sizce de? Adaleti olmayan bir dünyada fazlasıyla adil olmayan bir durumdan başka neydi ki yaşananlar. Demek istiyorlar ki; sen zaten işçisin ha bu gün ha yarın ölmüşsün fark eder mi? Senin yaşamandan ne olur ki? Zaten köle gibisin öl de kurtul der gibi!

Kimisi daha bir haftalık bir işçiydi okul parasını çıkartmak isteyen. Kimileri aile babasıydı evine ekmek götürmenin peşinde olan. Hepsinin derdi aynıydı aslında ekmek parası. Onların hiç düşünmeyen o kelli felli patronların hiçbir zaman dertleri arasında olmayan ekmek parası.

O emekçiler çok büyük bir ihmalin kurbanı oldular ve göçüp gittiler bu dünyadan. Hepsinin tek bir canı vardı ve artık hiçbiri yok. Bir daha da geri gelmeyecekler. O yüzden kazadan sonraki bilirkişi raporları veya ihmalin kimde olduğu nereden kaynaklandığı araştırmaları bana o kadar boş geliyor ki. Giden gitmişti geri gelecekler miydi ki? Hayır. Peki, neden bu kaza olmadan önce yapılması gerekenler ve alınması gereken önlemler alınmadı da şimdi herkes tutuştu. Madem çok ilgiliydiniz bu şantiyeyle, neden bu on insan öldü o zaman.

O şantiyeyi kurup gerekli önlemleri almayan, işçisinin canını düşünmeyen o kelli felli patronlar kadar, o işletmeyi yeterince denetlemeyen kuruluşlarda sorumludur bir o kadar bence. Herkes şimdi kendini temize çıkarmanın peşine düşmüş. Kimsenin suçu yok maşallah. Utanmasalar intihar etti diyecekler. Şimdi birkaç kişiyi tutukladılar falan filan. Göstermelik yapılan sözde adaletler. Birkaç ay sonra hepsi tuttukları avukatlarla serbest kalacaklar bunu herkes biliyor. Kimi kandırıyorlar ki...

Bir trajik olayda Beykoz’daki bir çay bahçesinde yaşandı. Beykoz Korusu'ndaki işletmeyi yakinen bilen birisi olarak asırlık ağaçlar oldukça fazla o bölgede. Geliyorum diyen bir facia yaşandı ve iki insanın hayatına mal oldu. Şaka gibi. Fazlasıyla ihmal, fazlasıyla umursamazlık yine sahnedeydi. Bu olayın arkasından da yine sorumlu aranmaya, suçlu çıkartılma derdine düşüldü. Anlayacağınız; bu olayda da herkes kendini temize çıkartmanın peşindeydi. Yoksa o iki insan ölmüş küçük bir kız kimsesiz kalmış, hiç kimsenin umurunda değildi. Haberciler de acaba bu olaydan daha ne kadar trajik haber çıkartırız bunun koşuşturmasına girdiler. Birbirini ardına ölenlerin acı hayatlarını ve geride bıraktıklarını yayınlayıp durdular. Hepsi rant peşindeydi. İşte bir garip bir ülkeydi burası. Kimsenin kimseyi düşünmediği…

 

Ne kadar yazsak, ne kadar anlatsak ne kadar eleştirsek de gideni geri getirmeyecek maalesef. Ne olur artık insan hayatı bu kadar ucuz olmasın. Bir canı var herkesin. Kader deyip öne eğilmesin kafalar artık. Herkesin yaşamaya hakkı var. Kimse kimsenin bir ihmal uğruna soluğunu kesmesin. Biraz daha vicdanlı olsunlar artık…