Dondurucu soğuk, nefesimi bir bıçak gibi kesiyordu. Rüzgâr adeta kulaklarımı bir anestezi edasıyla uyuşturuyordu. Okulun kapısına yaklaşmıştım artık. Bu işkencenin bitmesine birkaç adım kalmıştı. Kapıdan içeri adımımı attığım zaman yüzüme sımsıcak bir karşılama geldi. Donmuş hücrelerim açılmış, uyuşan kulaklarım anesteziden yeni çıkıyormuş havasına giriyordu.
Yine okula gelmiştim. Sıkıcı dersler, saçma arkadaşlar, sulu şakalar. Hiç sevmiyordum bu ortamı. Ama okula gelirken sevindiğim tek bir gün vardı. Siz de tahmin etmişsinizdir. Cuma günü! Bugün günlerden Cuma ve artık ızdıraplı bir haftaya son noktaya koymanın vakti geldi. Sınıfa girdiğim zaman yine uyanamamış arkadaşlarım, sıralara kafalarını gömmüşlerdi. Bir kişi hariç. Bizim Mehmet.
Mehmet de kim diyeceksiniz şimdi. Mehmet doğuştan kalbiyle alakalı hastalığı olan bir arkadaşımız. Mehmet çok iyi niyetli, içinde hiç kötülük bulundurmayan ender insanlardan bir tanesi. Mehmet'i çok üzmememiz gerekiyor. Hastalığı dolayısıyla fazla üzülüp sıkılmaması gerekiyormuş. Çok çalışkan, saygılı bir çocuk. Yani bu devirde zor bulunanlardan. Hocamızın söylediği bir söz hala aklımdan çıkmıyor: - Otuz tane hacı muratım olacağına bir tane mersedesim olsun daha iyi demişti. Bunu söylediğinde bütün sınıf gülmüştü. Sanki sözcükler başkalarına hedef olarak atılmıştı. Ama bizim hacı muratlar hedef tahtası olduklarının farkında bile değillerdi.
Tabi bu sözcükleri idrak edebilmeleri için belli bir seviye olması lazım insanlarda. Ama kumaşı bozuk olunca gerisi cips paketleri gibi yüzde yetmişi hava olan insanlar çıkıyor ortaya. Tarih dersinden çıkıp öğle arasına girmiştik. Herkes yemeğe inmişti. Mehmet o gün benden yemeğini yukarı çıkarmamı rica etmişti. Ben de yemeğini yukarı çıkarmıştım. Normalde yasak ama okul yönetimi bunu Mehmet için ara sıra görmezden geliyor. Mehmet yemeğini yiyordu, ben de kitap okuyordum. Sınıfa bizim cips paketi gibi olan arkadaşlar geldi. Sınıfa bakındılar; sadece iki kişi var. Bana, bundan fazla eğlence çıkmaz dercesine bakarak Mehmet'in sırasına doğru yöneldiler. Yine çocuğu rahatsız edeceklerdi ama bu sefer izleyecektim... Bakalım ne yapacaklardı? –Memo ne haber la? Niye yemekhaneye inmedin? Diyerek kahkahayı bastılar. –Yemekhaneye inmedim çünkü kalbimi çok yormamam lazım. –Ne güzel hayatın var lan senin böyle. Yürüme yok, çalışma yok, zorluk yok. Her istediğin ayağına geliyor. –Aslında o kadar da iyi bir hayatım olduğu söylenemez. – Hadi lan! Dedi ve çocuğun kaşığını elinden alarak yemeğini yemeye başladı. O sırada tam ayağa kalkıyordum ki Mehmet gözleriyle yerinde kal dedikten sonra hiçbir yere kımıldayamadım. – Siz şimdi benim hayatımın mı çok güzel olduğunu düşünüyorsunuz? Hepsi birlikte alaycı bir şekilde -EVET! Dediler. – Madem hayatım bu kadar güzel. Benimle niye arkadaşlık yapmıyorsunuz? –Yapıyoruz ya oğlum. Dedi öküzün teki. –Nasıl arkadaşlıkmış bu? Ben hiç görmedim sizin iyiliğinizi. Ne zaman okuldan çıksak bir iyi akşamlar bile demeden yanımdan sanki beni hiç tanımıyormuş gibi geçiyorsunuz. Okulda düşünce ve fikirlerimi açıklarken benim yüzüme gülüp benimle alay ediyorsunuz. Hiçbir zaman adam yerine koymuyorsunuz. Şehirde dolaşacağınız zaman çağırmıyorsunuz. Neden çağırmıyorsunuz diye soracağım da, siz söylemeden ben cevabını vereyim. Çağırmıyorsunuz çünkü ben hastayım. Sizin kadar tempolu olamam, iyi kız tavlayamam, iyi laf dalaşına giremem ve en önemlisi kimseyi küçümseyemem. – Biz kimi küçümsüyoruz it? Dedi ve tam Mehmet'e beş parmağı gösterecekken bir sopayı kavrar gibi elimle hödüğün kolunu kavradım. Tam kavga başlayacak derken sınıfa okul müdürü girdi. Bağırdı çağırdı bu hıyar topluluğunu bir kenara bizi bir kenara ayırarak buraya bunun için gelmediğini, Mehmet'e teşekkür etmek için geldiğini söyledi. Sınıftaki herkes gibi meraklanarak birbirimize baktık.
Mehmet'e ne için teşekkür edecekti müdür acaba? Hıyarlar topluluğunun lideri merakına dayanamayarak sordu – Hocam Mehmet ne yapmış ki teşekkür edeceksiniz? Hoca kapıdan lise bire giden bir kızı içeri aldı. Herkes merakla Mehmet'e bakmaya başladı. Hoca konuşmaya başlayınca bütün algılarımız müdürümüze kaydı. –Çocuklar Mehmet arkadaşınız şu anda aranızda bulunan arkadaşımızın babasının hasta olduğunu duymuş. Mehmet nasıl yardım edebileceğini sormuş? Arkadaşımız da bir miktar rakam belirtmiş. Mehmet de parayı bulabilmek için geceleri çeşitli işlerde çalışmış. Tabi gece çalışınca doğal olarak rahatsızlığından dolayı, yemeklerin ayağına gelmesine izin verdik. Biz bu olayı uzun zamandır biliyorduk. Mehmet arkadaşınız hasta olduğu halde başka birinin babasına yardım etmek için akşamları çalışıp tedavide katkısının bulunması için para biriktiren sağlıklı, dinç bir genç. Asıl hastalıklı olan sizlersiniz. Hayatınız boyunca boş bir havanın uğruna yaşayan rezillersiniz. Hastalık vücutsal olduğu zaman çok korkmayın, elbet bir tedavisi bulunur. Ama hastalık kalbe düşmüş ise tedavisi neredeyse yoktur. O yüzden korkun. Çünkü hasta bir kalple yaşamak, hastalıklı bir kalple yaşamaktan daha iyidir.
Bu yazıya 3 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre