Dondurucu soğukta hızlı hızlı evime gitmeye çalışırken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm. Alıp almamak arasında tereddüt ettikten sonra eğilip aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye hemen açtım içini. Içinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka bir şey yoktu.
Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi yerinde ise bir posta kutusu numarası vardı. Gerek ipucu bulmak için gerekse merakımı gidermek için zarfı açıp okumaya başladım. Mektup, sol yanı çicek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli ve gayet güzel el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Micheal" diye başlıyordu. Ve "Annem seninle konuşmamı istemediği için bir daha görüşemeyeceğiz. Nolur beni affet. Sakın beni sevmeyi bırakma" diye devam ediyor, "Ama sakın unutma ben seni daima hep seveceğim." diye bitiyor. İmza Hannah...
Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinin adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım. Görevli kişi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayan insanların telefon numaralarını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim." dedi. " Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin..." iki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi " Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma "Hannah'ı tanıyor musunuz" dedim.
"Bu evi 30 yıl evvel, Hannah adında kızları olan bir aileden aldık." "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?" "Hannah annesini bir huzur evine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adresini bulursunuz." deyip bana huzur evinin adresini verdi. Hemen aradım. Yaşlı anne yıllar önce Hakk'ın rahmetine kavuşmuş bile...
Ama kızına ait bir telefon numarası var. Belki oradan bilirlermiş. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl evvel yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için onca zahmete girmenin ne anlamı vardı ki... Aradım numarayı.
Bir kadın "Hannah hanım şuan bir huzur evinde yaşıyor." dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim...
"Evet, Hannah hanım burada yaşıyor." dedi. Saatin ona gelmesine aldırmadan hemen yola çıktım Hannah'ı görmek için. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda. Gümüş saçlı, masmavi gözlü, sarışın tenli hala güzelliğini kaybetmemiş sıcak tebessümlü yaşlı bir kadın. Içimden "Yaşlıyken bu kadar güzelse gençliğini düşünemiyorum bile" dedim. Olanların hepsini anlattım cüzdanı ve mektubu gösterip.
Derin bir iç çekti mektuba bakarken "Genç adam" dedi, "Bu mektup, Micheal ile son kontağımdı. Onu öyle seviyorum ki... Sean Connery gibi yakışıklıydı. Hani şu meşhur aktör... Ama ben 16 yaşındaydım. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi." Derin bir nefes daha...
"Micheal Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen. Onu hep düşündüm, hep..." Bir ufak sessizlik. Bir derin nefes daha... "Ve onu hep sevdim."
İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden... "Ve hiç evlenmedim. Onun gibi birisini hiç bulamadım ki..." Hannah'a teşekkür edip odadan çıktım.
Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size?" diye seslendi "Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim." cüzdanı elimde sallayarak. O sırada yanımda dikili duran hademe bağırdı "Hey baksana bu Bay Micheal'ın cüzdanı. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım. Cüzdanını hep kaybeder zaten. Üç kere ben buldum koridorda."
Micheal sekizinci katta yaşıyordu. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Micheal yatmamış okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elindeki cüzdanı gösterdi. Micheal hızla elini arka cebine attı. Sonra sevinçle "Evet bu benim cüzdanım. Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum." "Hiçbir şey borçlu değilsiniz efendim. Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum." "Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım Hannah'ı da buldum." "Buldun mu? Nerede? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi? Söyle, lütfen söyle?
"Çok iyi. Harika da gözüküyor." dedim yavaşça. "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım."
Elime sımsıkı sarıldı. "O benim tek aşkımdı. Onu öyle çok sevdim ki, asla evlenmedim. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım anlamsal olarak bitmişti." Bu lafları duyduktan sonra ağlamamak için zor tuttum kendimi. Ne kadar büyük bir aşktı bu. İsteseler çok kişi sokabilirlerdi hayatlarına ama yapmamışlar. Gerçek anlamda bir aşktı bu. "Bay Goldstein lütfen gelin benimle." Asansörle üçüncü kata indik. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu.
Hemşire ona yaklaşıp omzuna dokundu. "Hannah, bu beyfendiyi tanıyor musun?" Gözlüklerini ayarlayıp baktı ve hemen cevap verdi "Micheal Goldstein" dedi. Micheal kapıda kısık bir sesle "Hannah. Ben micheal. Beni tanıdın mı?" "Micheal" diye yutkundu Hannah.
"İnanmıyorum bu sensin. Benim Micheal'ım." Micheal Hannah'a doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.
Hemşire yanıma geldiğinde onunda gözleri yaşlıydı "Gördün mü bak. Yaşamda yaşanması gereken er ya da geç muhakkak yaşanır." dedim.
Üç hafta sonra beni huzur evinden aradılar "Micheal ve Hannah'ın nikahları var sizi de çağırıyorlar. Gelmeniz önemle rica olunur." Fazlasıyla duygulandım ve kendimi tutamayıp ağlamaya başladım "Seve seve gelirim tabi ki neden olmasın."
Harika bir nikah töreniydi. Hannah ve Micheal beni nikah şahitleri yapmıştı üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi. Micheal da lacivert takımı içinde hala gençliğindeki kadar yakışıklıydı.
Demem odur ki, artık böyle sevgiler kalmadı. İnsanlar sadece daldan dala konan bir kuş gibi. Güya "Seni ölene kadar seviyor olacağım. Biz birbirimiz için yaratıldık." böyle basit kelimelerle hayatlarını geçiriyor insanlar. Onun için "İyi ki aşık değilim" diyorum. Olamam da. Bir yandan Hannah ve Micheal gibi birbirlerini yıllarca sevenler, bir yandan da günümüz basit ve günlük sevmeleri varken "Yaşasın yalnızlığım, yaşasın saplığım."
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre