Sonra, bir papatyanın çığlığı duyuldu derinden. Hiç kimse nereden ve niçin geldiğini anlayamamıştı. Ama çok derindi. Ve çok keman sesiyle harmanlanmış gibi sunulmuştu varlıkların önüne.
"Gerçekten kimse duymuyor mu?" diye düşünmeden edemedi papatya. Çünkü tüm susmalarını biriktirip koymuştu ve çıkarmıştı benliğini. Yok olurcasına sunmuştu kendini. Ama neydi bu umursamazlık kalplerdeki? Bu kadar değersiz miydi papatyanın duyulma ihtiyacı? Bu kadar yanlış mıydı ki her şey, toprak kapattı papatyanın tüm kalben inançlarını. Ve hissetme ihtiyacını.
Yağmurun güzelliğine de bak, diye geçiriverdi içinden papatya. Sisli gibiydi o zaman ortalık, ve ıslanmıştı tahtadan salıncak. Kimseler yoktu ortalıkta. Galiba herkes yağmurdan kaçmıştı. Ne kadar da tuhaftı herkes. Yağmurun benliğimize işleyen dokunuşundan neden kaçarlardı? İste bu yüzden de kimse duymamıştı onu. Çünkü yağmurdan kaçanlardan ne gibi bir merhamet talep edebilirdi ki? Hangi hissini açıkça sergileyebilirdi?
"Yorgunum" dedi papatya. Usulca, iç sesinden fazla, dış sesinden az bir yolla sadece yorgunum diyebildi. Ama biliyordu yorgunluğun geçici olduğunu, sadece ihtiyacı olan sayılar üzerindeki akrep ve yelkovanın dansıydı. Sadece biraz daha beklemesi lazım geliyordu.
O güzel soğuk sardığında ormanı
Papatya bir kez daha baktı toprağa,
Yorgunluğunu toplayarak
Hislerini bir kenara bırakarak
Bir kez daha...
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre