Nice aydınlarımıza, idama gitmiş yiğitlere, suçsuz halde ölümü kendine yakıştıran çocuklara, gençlere, analara... Selam olsun.
Tarihi bilmek yetmiyor bir o kadar da anlamak gerekiyor. 38'i anlamak Dersim demektir işte bu yazı onu anlatmaya çalışıyor. Yazarken dahil ağırlaşan bir bedenim, korku dolu bakışlarım ve kafamı rahatsız eden sorular, evet evet 38'i anlamak kabullenmemek işte bu kadar ağır. 38'i anlatmaya çalışacağım.
Yazmadan önce araştırmalar yaptım, notlarımı karıştırdım, arşivlere baktım, belgeselleri izledim, elimdeki kitaplardan yararlandım... Bunların içeriklerinde en çok dikkatimi çeken olayı anlatan kişilerin korkuları ve bunu anlattıkları kişiye dile getirmeleri... İşte 38'i anlamak bu olsa gerek. Röportaj dahil vermekten korkan bir halk düşünün, konuştuğunda gözyaşlarına hakim olamayan analarını düşünün ve yargılayacaksanız 38'i bunları düşünerek yargılayın.
Ah acıyı unutamayan analarımız ah, neler çektiniz bu coğrafyada neler. Dünya Ana röportajında misafirperverliğinden bahsediyor, aşiretlerin kardeş gibi yaşadığını ve vatanlarını sevdiğini anlatıyor, Mehmet Söylemez Amca ise "38 üzerimize çöktü ve bizi öldürdüler" diyor. "Munzur'un üzeri cesetlerle doluydu ve adeta Munzur kan ağlıyordu" diyordu, o da konuştuğunda gözyaşlarına hakim olamıyor...
Dünya Ana tekrar konuşunca dertliydik, kimsesizdik ve kimse derdimize yanmıyordu diyordu. Umuda bakan kadın Dünya Ana tüm acısını bir yana bırakıp, halk halka ağlasın diyordu. İşte 38'i anlamak, Dersimli olmak... Mahmut Yıldız Beyefendi ise 38 olayından sonra yer ve yöre isimlere verilen isimlerden rahatsız, haksız mı? Tabi ki hayır, seni katleden; suçlu suçsuz demeden herkesi öldüren kişilerin isimleri yaşıyordu Dersim'de. Mahmut Amca:"Bu yer isimleri bana hep 38'i hatırlatıyor" dedi. "38 ikiye ayrılır fiili savaş (katliamlar, yakıp-yıkmalar) ve 38 sonrası psikolojik savaş. İşte bu yer isimleri psikolojik savaşın ta kendisidir." Ve acı gerçeğe doğru yol alıyoruz; 38'i anlamak...
1935 ve 36 yıllarında Dersim'e yollar, karakollar, askeri binalar vs. yapılıyordu, adeta bir hazırlık.
Prof. Dr. Baskın Oran Hoca şöyle diyor:"1937 yılında hukuken değil ama fiilen Türkiye Cumhuriyeti topraklarına girmeyen ve kale gibi dağlarla çevrili olan Dersim için, ulus devlet gereği bu kale fethedilecekti." Ve araştırmalarıma devam ediyordum dikkatime çeken bir not...
Türk bu ülkenin yegane efendisidir, yegane sahibidir.Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır, hizmetçi olma hakkı ve köle olma hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar hakikatı böyle bilsinler.
Mahmut Esat Bozkurt
Adalet Bakanı
19 Eylül 1930
Bakar mısınız şu adalet koltuğunu dolduramayan Adalet Bakanı'na , bu nasıl bir adaletsizlik yahu. Adeta Dersim için söylenmiş sözler gibi, işte 38'i anlamak lazım. Arşivlere bakıyorum "Dersimli dağ kürtler, kirmanjlar" vs gibi sıfatlar daha sonra izlediğim belgeseldeki Mehmet Bey aklıma geldi. Ona o tarihte "siz Türksünüz" demişler ve ırkından dolayı utandırmışlar Mehmet Amca'yı.
38'i anlamak, aynı zamanda iskan kanunları maddesine bakmak demek:
Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edilmeyecek şekilde kasaba ve şehirlere iskanları mecburidir.Madde 13/3
Ey gözünü sevdiğim Cumhuriyet, senin tarihinde iskan mı olmalıydı, kan mı olmalıydı...
Nedensiz bir şekilde iskan, çünkü yöneticiler öyle istiyor, uymamak mümkün mü? Bu da yetmedi Dersim'in yerli hakkına oranın sahiplerine göçebe denildi.
38'i anlamak...
Türk kültürüne bağlı olmayan göçebelerin toplu olmamak üzere kasabalara Türk kültürünün varolduğu köylere dağıtıp yerleştirilecek.
Madde 9
Yazık be, neler çekti bu coğrafya, taşı ile toprağı ile insanı ile yazık... Ve tekrar röportajlara dönüyorum ve dinlerken utandığım cümleleri işitiyor kulağım. Genç kızlar, kadınlar taciz ve tecavüzle karşı karşıya gelmişler, anlaşılan öldürmek katletmek yetmemiş.
4 Mayıs 1937 Dersim'de uçaklar bildiri dağıtıyorlar bakmayın bildiri dediğime; tehdit mesajı atıyorlar; ele başlarınızı teslim edin diye ve Dersim'den dağılın. Adete iki ülke savaşı gibi, ve tekrar uçaklar kalkar bu kez bir kahramanın adını duyacağız. Sabiha Gökçen üst rütbeli komutanları tarafından tebrik edilmiş. 50 kiloluk bombayı Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan grubun üzerei tam isabet attığı için.
Ah vicdan, ah insanlık bir insanı öldürdüğü için tebrik edilen komutanlara şahitlik etti bu coğrafya... Ve vicdansızca ölümler, katliamlar devam ediyordu... Bazı kaynaklara göre şair olan Ali Şer'in katledildiği öğrenilince 38'i yaşayanlar yasını bile tutmadan dağlar, köyler, evler ateşe veriliyor, yakıp yıkıyorlardı. İşte bu yüzden 38'i anlamamız lazım.
Ve tarih 15 Kasım 1937. Asilerin "elebaşı" diye arşivlerde ismi bulunan Seyit Rıza idam edilir. İdamda son isteği gerçekleşmez. İdama bütün yiğitliği ile giden Rıza celladına bakar ve güler:"Ankara'dan beni asmaya mı geldin?" der. İdam sehpasına ilerleyerek adeta bir halka konuşurmuş gibi:"Evlad-ı kerbelayığ, bir hatayığ, ayıptır, zulümdür, cinayettir" der.
Seyit asılır.
38'i anlamak zor. Ve anlamalıyız ki 38'i yargılayalım. Kalkıp ırkçı milliyetçiliği yapanlar gibi 38'e, Dersim'e, Seyit'e laf atarak 38'i anlayamayız.
Bir sonraki yazıda görüşünceye dek kendinize iyi bakın. Ve 38'de yaşamaya çalışan hayatların ortada bittiği gibi ben de cümle mi ortada bırakıyorum. 38'i anlamak...
Bu yazıya 23 yorum yapıldı.
Bununla ilgili siyasiler arasında atışmalar oldu sanırım kısa süre önce. Restleşmeler, meydan okumalar... Kim haklı, kim haksız bilmiyorum. Ama suçlu vardıysa da ölen onca insanın hepsinin suçlu olma ihtimalinin imkansızlığı, insanın tüylerini ürpertmeye yetiyor da artıyor bile...
İnsan her yerde insandır. Kökü ne olursa olsun insandır. Hayat da her şart altında ve her zaman hayattır. Canı veren belli, alma yetkisi olan da belli... Ama tabi dinleyen kim...
Artık başkalarının acısına üzülmeyi de öğrenmemiz lazım...
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre