Makam Mevki Sahiplerinin Hediye Hassasiyeti Nasıl Olmalı?

Hepimizin sahip olması gereken, ama çoğumuzun savsakladığı bir hassasiyetle alakalı yazı yazayım dedim. Hani küçük çocuklarda 'babam öyle diyo' mantığı olur ya, bahsettiğim hassasiyet de küçüklüğümde işlemişti işte içime bu söz minvalinde.  Özel bir kurumda yıllarca üst yönetimde çalışmış bir babanın evladıyım. Çok şükür belli hassasiyetler çerçevesinde yetiştirmeye çalıştılar beni. Bunlardan biri de bulunduğu konumdan ötürü 'hediye' alan insanların takınmaları gereken tavırla alakalı...

Bir gün evde oturuyordum. Neyle alakalı olduğunu bilmesem de, bir şeyler yazmam gerekmişti. Fakat kalem bulamamıştım. Sağı solu kolaçan edince babamın ceketini gördüm. Bi' kalem vardı. 'Zaten çok da kullanmayacağım' diye geçirip içimden, başlamıştım yazmaya... İşim bitince de kalemi koydum yanıma. Film de ondan sonra koptu zaten...

İçeriden gelen babam kalemini yanımda görünce, 'Ne yaptın sen?' diye sordu hiddetle. Şaşırmıştım. Zaten asabi biriydi babam. Ondan beklerdim böyle sert çıkışlar, alışkındım hani... Ama konuyu dahi bilmediğimden şaşkın şaşkın bakıyordum babama. O ise sanki olağanüstü bir şey olmuşçasına bakıyordu gözlerimin içine dik dik. 'Ne oldu baba?' derkenki saflığımı fark etmiş olacak ki yumuşamıştı siması. Ama ciddiyetinde hiç azalma yoktu. Başladı anlatmaya...

'O benim iş kalemim!'

'Oğlum bu kalem benim iş yerinde kullandığım kalem.' demişti. Küçüktüm henüz... 'Bitirmedim ki baba kalemi, şu kadar yazdım sadece' diye yanıtlamıştım gözlerine şaşkın şaşkın bakarken. 'Bu muydu yani problem?' diye düşünüyordum bir yandan da içimden... 'Oğlum' dedi, 'Bir çizgi dahi çizmiş olsan, bu kalem benim değil. Allah bunun hesabını sorar. Ne diye cevap veririm ben o zaman? Bu kalemi ben sadece işlerimle alakalı mevzularda kullanıyorum. Şahsıma ait değil ki...' deyince, neye uğradığımı şaşırmıştım.

Hani yani bir kalem bu kadar mı önemli olurdu ki? 'Nedir yani, kaç paraysa verelim' diyecektim çekinmesem babamdan... Sonra devam etti babam ve hediye edilen eşyalarla ilgili olması gereken hassasiyete dair birkaç cümle söyledi:"Cevap ver bakalım Yavuz'um, ben eğer o şirkette müdür olmasam sence ziyaretime gelen insanların kaç tanesiyle muhatap olurum? Muhtemelen hiçbiri ile değil mi? Yani ben orada çalışmasam, ne benim ziyaretime gelirler, ne de bana hediye verebilirler. Demem o ki; koltuğumda başkası olsa, bu kalemi ben değil, başkası alacaktı. Yani hediye olarak verilmiş olsa dahi bunlar benim şahsıma değil, o makama hürmeten verilmiş hediyelerdir. Bu yüzden kişisel işlerimde kullanmam da doğru değil."

Bu olay, babamı benim gözümde melek gibi bir insan haline getiren çok sayıdaki olaydan sadece biridir. Allahuâlem, kalemi kullandığım için sadaka bile vermiştir. Şimdi bakıyorum da insanlar küçücük bir işletmeye bile müdür olunca çoluk çocuğunu da peşine takıyor. Makam mevki büyüdükçe, akraba çevresi de genişliyor. Şirket arabaları eşe dosta tahsis ediliyor. Çalışmamasına rağmen arkadaşlar, akrabalar maaşa bağlanıyor.

Kestirmeden söyleyeyim; ben böyle bi' Müslümanlık bilmiyorum, tanımıyorum. Çok şükür ki dini inanç yönünden farklı şekilde doğmamışım. Ve inanıyorum ki Müslüman doğan herkes, hele ki bu devirde, gününün tamamını şükürle geçirse de yetmez. Çünkü, kendi adıma konuşmam gerekirse, Müslüman değil de başka bir dine mensup olsaydım, bugünkü Müslümanları görüp de 'Doğru yol buymuş' demezdim.

Elhâsıl; inandığımız şekilde yaşamaya gayret gösterelim. Aksi takdirde başkaları, 'kendi doğrularını' günden güne, yavaş yavaş hepimize öğretir. Gün gelir, bir bakmışız ki yanlışlar doğru olmuş, biz de doğru bildiklerimizi unutur olmuşuz, vesselam.

Bir başka yazıda görüşmek ümidiyle...

Esselam.