Çözemedim

Kapkaranlık bir odada kendimle yüzleşiyorum şimdi. Ninni tadında bir aşk şarkısı geliyor kulağıma arka fondan. Daha önce bir muma sahiptim fakat o da dünyaya dahil her şey gibi eriyerek tükendi. Mum ışığında düşünemiyorum o yüzden. Mumun tükeniş hikayesini anlatayım o zaman size. Sanırım biraz geriden başlamam gerekiyor anlatmaya. Kaba bir insan olduğum zamana kadar gidiyorum, oturduğunuz yere yaslanmanız ve sıkı tutunmanız gerekiyor demeyeceğim çünkü bu hikaye zaten hiçbir şeye sıkı tutunamayan pişman bir adamın yani benim hikayemden bir parça.

İnsanoğlunun yaratılış hikayeleri yüzyıllardır anlatılagelmiştir. Ben özlemimi daha o zamanlardan alıyorum sanırım. İlk insan da özlemiştir ve şüphesiz son insan da özleyecektir.

Kaba olduğum zamanlar diyordum evet, kaba bir arayışçıydım o zamanlar. Kabalığım, sertliğim, içimi yansıtmayan, yalnızca bu günün koşullarında kendimden ödün vermemek için kullandığım bir savunma stratejisiydi. Ve övünerek söylemiyorum fakat biraz hovardalığım vardı sanırım. Lakin benimki en spesifik hovardalıktır, gördüğüm ve duyduğum. Gerçek bir aşk istiyordum, gerçek bir aşkın ne olduğunu bilmeden ve aşkımı deneyerek arıyordum. Bireyliğimi edindiğimden beri denediğim kaç aşk var ben bile hatırlamıyorum.

‘Sevgilim tüketemediğimdir’ diye bir cümle okumuştum bir kitapta. Tüketmek doğru kelime değil benim için fakat denenmişliklerim hep sıkılmak ve vazgeçmekle sonlanmıştır. İşte bu deneyişlerin birinde… Durun bu bir deneyiş değil deneniştir. Hatta daha sonraları direnişe dönüşecektir. Hayat beni deniyordu bu sefer.

Her insanın arayışı sanırım kendinde olmayan bir erdem üzerinedir. Ki ben masumiyeti görünce içime akan gözyaşlarını durduramam. Silinmez de onlar bir mendille. İnsanın bir başka insanla bu şekilde derin bir beraberlik yaşamasını yalnızca kendinde ve onda olmayanı tamamlamakla açıklayabiliyorum ben. Eksiğim masumiyet ve masum olanı arıyorum özetle.

Bir gülüşte izi vardır masumiyetin, bir de seste. İşte kaba günlerimden birinde böyle bir gülüş içime ağlattı beni yine. O gülüşle tamamlanmak istiyordum ve sanırım onda eksik olan da insanlara güvendi. Ben de ona güven verdim, adil bir takas değil mi? Sonra belki de bireyliğimin bu özgür günlerinde ki en mutlu dakikalarımı yaşattı bana masumiyet tanrıçam. Ona böyle dediğimi kendisi bile bilmez hala. Söyleyemezdim de zaten, deli olduğumu bilmesini istemiyordum.

Günler ve haftalar birbirini kovalarken ben dünyadaki zamanımın eksildiğine üzüleceğim yerde birbirimizi tamamladığımız günlerin sayısına her gün artı bir eklendiğine seviniyordum ve artık benim sağ elimle onun sol elinin anahtar kilit olarak yaratıldığını düşünüyordum. İnsan olduğumuz için bizim de kavgalarımız oluyordu. Ve dünyadaki en büyük gücün sevgi olduğunu düşünen ben bu kavgaların hep tatlıya bağlanacağını sanıyordum.

Derken çocukluğumdan beri aşina olduğum bir hikaye bende hayat buldu. Eminim siz de bilirsiniz o hikayeyi. Bir kurbağa derenin karşısına geçecekken bir akrep ondan kendisini de sırtında derenin karşısına geçirmesini istemiş. Kurbağa güvenememiş, akrebin zehirli iğnesiyle onu sokacağını söylemiş fakat akrep yalvar yakar onu ikna etmiş ve kurbağa suda akrep de onun sırtında derenin karşı kıyısına yol almaya başlamışlar. Yolun yarısına geldiklerinde ise akrep iğnesini kurbağanın sırtına saplamış ve onu öldürmüş. Bu hikayenin neresinde ben varım? Akrep kısmında. Huylu huyundan vazgeçmez demiş eskiler. Ben de beraberlikleri bitirmekteki ustalığımı sergiledim.

Devamını yazmak benim için ne kadar zor bilemezsiniz. Fakat ben bitirmekte usta olduğum için bu hikayenin devamını da yazacağım ve bitireceğim.

O güne kadar hayatımda bir insanın kalıcılığını görmediğimden, eski halime döndüğümden ilk günler bir kuş gibi hafif hissettim kendimi. Sonra bir kısmımı masumiyet tanrıçamda unuttuğumu fark ettim. Bunu fark etmem sanırım gereğinden uzun bir zaman aldı. Fark ettiğimde ise artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı apaçıktı.

O gün bu gündür neler yaptım, neler gördüm, neler içtim, olmuyor. Olmaz. Eskisi gibi biz olsak da olmaz. Değişim değişenin içindedir çünkü. Ve benim açığımı kapatacak tek şey daha büyük bir masumiyet sanırım. Ki bu da ilahi bir şeye yaklaşık bir masumiyet derecesidir.

İşte bu mumun eriyiş hikayesi bu kısımda yaşanıyor. Dertli dertli, kaybettiğim bu masumiyeti düşündüğüm bir akşamda, karanlıkta yine kendimle yüzleşiyordum. İçimin karanlığını dışarıdan azaltabilmek için bir mum yaktım ve bir muma bakarak saatlerce düşündüm, mumun tükenişiyle son buldu kederlenmem. Sonunda anladım ki yanarak tükenen, eriyen ve biten bu mumun sonundan çok da farklı bir sonum olmayacak.

Aramaktan vazgeçip beklemeye koyuldum masumiyetimi, en azından daha az yoruluyor, daha az yıpranıyor ve daha az yıpratıyorum.