Toplum olarak okumayı sevmiyoruz. Bu sebepledir ki bazı konu ve alanlar hakkında yorumlarda bulunurken çok sığ yorum yapıyor veya konu ve alanın dışına çıkıp farklı yorumlarda bulunabiliyoruz. Özellikle 21. Asırda bu bizim için büyük bir eksiklik demektir. Gelişen teknoloji ve bilim karşısında şaşkınlığımızı gizleyemediğimiz gibi, bu şaşkınlığı en aza indirmenin çözümüne de başvurmadan yaşamımıza devam ediyoruz. Son 20 yılda teknoloji ve bilim alanında büyük devrimler yaşandı. Hatta uzmanlar son 20 yılda üretilen bilginin insanlık tarihi boyunca üretilen bilgiye denk olduğunu söylüyorlar. Peki, biz toplum olarak üretilen bu bilginin neresindeyiz? Ya da bu üretilen bilgideki payımız nedir?
Hepimizin malumudur Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) şöyle hitap etmektedir: “Yaratan Rabbinin Adıyla Oku[1].” Bu ilk emir, ilk hitaptır. Bu hitabın ilk muhatabı Efendimiz (sav) olsa da, O’nun (sav) nazarında bütün inanlardır. Evet, böyle bir hitaba muhatab olmuş insanlar olup da, okumamak veya okumayı sevmemek çok abes olsa gerek. Aklımıza şöyle bir soru gelebilir: “İyi de neyi, nasıl okuyacağız?”
“Allah, insan haricindeki canlı ve cansız her varlığı “kalem”olarak vazifeli kılmış, böylece de, her varlık kendisine tevdî edilen, kendisinde tecellî eden vak’aları kaydetmiş ve kaydetmektedir. Canlı ve cansız her varlık bir kitaptır. Bu itibarladır ki, “Gör, müşâhede eyle!” suretinde değil de “Oku!” şeklinde bir emir vâki’ olmuştur. Zira, kitap ancak okunur. Her biri birer kitap olan varlıklar ile dolu ve pırıl pırıl bu kâinat, elbette ve muhakkak ki, ilâhî bir kütüphânedir. İnsandan gayri bütün varlıklar sadece “yazmak” ile mükellef tutuldukları hâlde, insan, hem yazmak ama ve hele mutlaka “okumak” vazifesi ile şereflendirilmiştir. Buna göre insan okuyacaktır. Okudukça anlamaya çalışacak, zaman zaman yanlış anlayacak, hatalar yapacak; tecrübelere girişecek; hata-sevâp potasından geçirdiği ilim cevherini itimat ve güvenirliğe, emniyet ve sağlamlığa ulaştıracaktır. Bakmak başka, görmek başka; anlamak başka, anladığını kabullenip şuur ve gönlüne mâl etmek başka; bütün bunlardan sonra tatbik etmek başka ve tatbik ettiğini de gayra teslim ve tevdî etmek tamamen başkadır.Kur’ân-ı Kerim’de; körlük, sağırlık ve dilsizlik beraber zikredilir.[2] Zira tekvînî emirler gözle okunduğu gibi, tenzîlî emirlerin ilk mâkes bulacakları esrarlı perde de kulaktır. Ve bu müşâhede ve duyuşa tercüman ise lisandır[3].”
Evet insan okuyacak, zira sığ bilgiler eşiğinde hakikate ulaşılamaz. Okumadan, kendisini başkasının elinde bir oyuncak olmaktan turtaramaz. Konumuzun başına dönecek olursak, 21. Asrın başdöndüren bilgi akışını anlamanın ve bu bilgiye hükmetmenin yolu okumaktan geçer. 21. Asırdaki bu dev gelişmelere rağmen hakikate karşı gözünü kapayanları anlamış değilim. Zannediyorum insanoğlu, insanlık tarihi boyunca bu denli büyük tezatlığı hiçbir dönemde yaşamamıştır. Oku, bir bütünleşmenin ve bütünleştirmenin; bir müşâhede ve değerlendirmenin; bir görme ve onun yanında sezmenin, sonra da bu iç irfana dili tercüman kılmanın ifadesi oluyor ki, bizim için bir ilk emir olması, ne kadar mânidardır. Ne diyelim “Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.[4]”
1. Alâk sûresi, 96/1
2. Bkz: Bakara sûresi, 2/18, 171
3. Asrın Getirdiği Tereddütler 1. Cilt Sayfa 15/16
4. Tarihçe-i Hayat, Sayfa 80; Münazarat, Sayfa 9
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre