Nazlı Yelkovan

"Kitlelerin her şeyi söylendiği ya da gösterildiği gibi kabul ettiği bir hayatın ortasında olmaktan aslında hiç hoşnut değilim. Tanrı inancının bile farkındalıklarımız dışında çarkları durdurulmuş beyinlerimize yerleşmesi ve kök salması bunun en büyük göstergesi." diyerek cümlelerine devam etmek isterken anlatmak istediği aslında bireysel olarak araştırmacı, sorgulayıcı olmadığımız ve her şeyi körü körüne kabul ettiğimizden yakınmaktı.


Konuşmasını sürdürürken alt kattaki odalardan birinin kapısı öyle inceden gıcırdayarak açılmıştı ki sanki cümlesi kocaman bir bıçakla ortadan ikiye ayrılmıştı. Başını hafiften kaldırarak kalın kaşlarının altından kısık gözleriyle çocukluk arkadaşı ve aynı zamanda da severek derin muhabbetlere girebildiği kadim dostu Cemal'e ah şu eski evden de bir kurtulamadık dercesine bakmıştı.


Ne kapının ne de evde başka kimsenin olmadığı düşünülürse muhtemelen kapıyı açan eşiydi ki onun da bir suçu yoktu. Zaten kimseyi suçlayacak, haklı bile olsa tartışacak yüzü kalmamıştı; özelikle karısıyla son bir yıldır dört beş cümleden fazla konuşmadıkları düşünülürse en iyisi suskunluğu bozmamaktı. Saniyeler ilerlemek için nazlanırcasına davranırken ilerlemiş yaşına rağmen beyazlamamış saçları ve hala genç görüntüsüyle her zaman Haldun'un içten içe kıskançlıkla baktığı Cemal sessizliği bozmuştu.


"Ben kalkayım artık. Zaten saatte geç oldu, kaldığımız yerden haftaya bugün devam ederiz." diyerek kısa kestirip hızlı bir şekilde ayaklanmıştı. Onun bu hareketi karşısında çaresizce ev sahipliğini yerine getirmek adına kapıya kadar eşlik etmişti. Aslında arkadaşı Cemal'in gidişinden çok, koca evin sessizliği içinde kalmak onu üzüyordu. Gene üst kata ağır adımlarla çıkacak, eline bir şeyler alıp okumaya başlayacak, arada sırada kafasını kaldırdığında eşiyle göz göze gelmemeye çalışacak, açlık hissederse de mutfağa gidip eşi Nurgül Hanım'ın bütün evin düzensizliğine ve her şeye rağmen takdir edilesi şekilde her gün yapmış olduğu yemeklerden ısıtıp kendi başına yiyecekti. İnsanın haftalarca hatta aylarca ve belki de yıllarca zamanını nasıl geçireceğini bilmesi sanırım yaşlılığın en kötü getirilerindendi onun için. Yapılacak hiçbir şey yokken onca zamanının olması ne garipti. Güneş tam olarak batmamıştı ki erkenden yatmaya karar verdi ve odasına girdi. En iyisi dünyadaki kalan zamanını hızlıca doldurmaktı ve bunun en iyi yolu uykuydu.


(Kafasında binlerce gevezeyle yaşayan insanlar için uyumak dünyanın en zor işidir.)


Acaba kurduğum son cümleye mi sinirlendi de alelacele kalktı Cemal diye düşünüyordu yatakta. Tanrı inancını falan keşke karıştırmasaydım, gene din konularına gireceğimi düşündü ve kaçtı kesin muhabbetten diye kendince hayıflanıp gözlerini kapadığında her zamanki gibi uykuya dalmak adına çocukluk günlerini düşünmeye başlamıştı.


Mutlu, varlıklı, kalabalık bir ailenin küçük oğlu olmak ona hayatının en güzel zamanlarını yaşatmıştı. Şimdiki mütevazi mal varlığını ve içinde yaşadığı yalnızlığı düşünürsek kesinlikle çok üzgün olmalıydı. Hayallerinde mutlu, uykusunda bu dünyadaki zamanını dolduran bir işçi, uyandığında da yalnız ve bir o kadar sıkıcı hayatıyla her şeye homurdanan bir adam olarak gene koca bir günü devirmişti. Koca bir gün…Zaman o kadar yavaş ilerliyordu ki yaşlılığında; umut ettiği huzura ermek için bir demet çiçekle saatin karşısına geçip hareket etmekte nazlanan yelkovana serenat bile yapabilirdi…


Coşkun EVER