Koleksiyoncular misali biriktirdiğimiz pisliklerin haricinde, ilk doğduğum günden bugüne ben de oldukça kötü durumda olmalıyım. Asalaklar ömürlerimizin her köşesini işgal etmiş vaziyette olduğundan çok da karşı koyabilme imkanına sahip değiliz. Karanlığın dinginliğini anlamakta zorluk çeken aşıklar geçiyor hep bu kaldırımda önümden. Gene, az önümdeki çeşmeden su damlıyor belli aralıklarla ve sinir bozucu bir şekilde hiç bitmeyeceğini biliyorum bu durumun. İtin teki kaldırıma sıçıyor ve nerden geldiğini bilmediğim sancılı bir iniltiye benzeyen sesler duyuyor kulaklarım. Her şeyden bir haber insanların yanımdan geçip gitmeleri çok ilginç. Umursamazlığımız nedeniyle hiç olan ömürlerin varlığını bilmek çıldırtırcasına ürkütüyor beni. Gece gece tüylerimi dikilten bunca ürperti üzerine kanıksanmış bir fikir olarak zihnimin bir taraflarında hep var olan danışabileceğim bir hocaya ihtiyacım olduğu kanısı şimdiki ürperişimle bir kez daha kendini hatırlatıyor...
Ardından bakakaldığım hayali mezarı tekrar düşünmeye başladım. Arındırmıştım ruhumu sanki o görüntüden ve o zamandan. Masumca ve korkutmadan beni uyandırabilecek yegane olgu belki de birkaç yağmur damlasıydı. Duam kabul edilmiş bir kulmuşçasına dökülen saçlarıma düşmeye başladılar. Birer ikişer derken kaldırımın çatlaklarında karıncalara havuzlar oluşturacak kadar yağmaya devam etti. Genelde sevmezdim yağmurları ama bu sefer bir değişikti ve bunu ben istemiştim. Karmaşık hislere koşmamı, eski aşklarıma bir daha aşık olmamı sağlıyordu bu seferki. Doğa insanlık için ve benim kaybettiğim saflığıma gözyaşı döküyordu. Gene derin bir nefes ile daldığım hayali mezardan uzaklaşıyor, oturduğum banktan gece yarısının arka sokaklarında, köşe başlarında çocukça sevişenlerin seslerini duyuyordum. Göz gözü görmezken bunca karanlıkta ayıp diye nitelendirilenlerin görünmesinden sakındıkları için ruhsuzca sevişerek yok edilen zamanlara kendimce üzülüyorum. Sana ne, seni ilgilendirmez ki diyor içimden bir ses. Gerçi kim umursar bu durumu onu da kestiremem.
Ağzım kurumuştu bu yapayalnız gecede. Bir bardak çay olsa da içsem diye düşünmüştüm ama demsiz istediğim halde sürekli zifir gibi gelen, bazen şekerli bazen şekersiz çaylarla yaşıyordum sanki hayatımı. Bazen de tat alamadığım orta şekerli bir kahveyle… Sarhoşken bütün gece sızamadan mide bulantısı yaşamak gibi bir şey sanki bu. Ömrümün sonunu bile çağrıştırıyor bazen bana. İdare etmem gerektiğinin farkındayım ve idareten yaşanan ömürlerden biriyim ben de aslında bir çokları gibi. Ömür boyu ölüm korkularıyla yaşayıp ertesinde bir zavallı gibi ölecek olmak ki ölüm bence bir zavallılık, kaçınılmaz sonlarımız değil mi diye düşünüyorum. Bunca çaresiz bir hayatın içinde çocukluğumuzdan itibaren sistemlerin bizlere dikta ettiği ne varsa her şeyi makul kabul edilebilir kıyafetler giydirilerek resmi bir otoriteyle yapmamız çok acımasızca değil mi? İnsanlığı yöneten bu zihinlerin sahip olduğu acımasızlığı zihin ve hayal dünyamızın algılaması, tarafımızca kabul görmesi mümkün olmasa gerek. Herhalde bazılarının gözlerinde karasinek kadar umursanmaz bir canlı olmaktan öteye geçemiyoruz. Ne de vahim bir haldeyiz öyleyse ama bu durumu da kimse pek umursamaz biliyorum.
Onca aklımdan geçen düşünce ve bunca yazık edilen yıllardan sonra bir otobüse atlarcasına terk ediyordum gene aklımın boş sokaklarını. Hala aynı bankta oturmaktayım oysaki. Hangi terminalde ineceğimi, ne tarafa gideceğimi, hatta gitmek istediğimin farkında bile değildim. Sanırım gene bankamatik köşelerinde, ibadet etmek adına hiç uğramadığım camilerin avlularında ya da bir tren garının bekleme salonunda yatabilirdim. Üniversitedeyken bir şey olmamıştı ama şimdi saldırıya uğrayabilir ve hiç bilmediğim bir yerde ölmüş etime kimsenin umursamadığı o masum karasinekler konabilirlerdi. Böyle bir veda hiç güzel olmazdı. Beynimin labirentlerinde dönüp dolaşacağım yer hep aynı huzursuz ve bulanık hayal edilen bu kentten başkası olmayacaktı. Sanki her yer cesetlerini bekleyen tabutsu çukurlarla çevriliydi ve mezarların içleri misafirlerini bekliyordu. Adını bilmediğim ağaçlar büyümemişti şimdilik. Yıllar geçti ve ağaçlar kocaman oldu, mezarlar da doldu. Bu eşitliğin iğrenilecek onca yanı var ne yazık ki. Gerçeğin bunda etkisi olduğunu ve hatta tamamen gerçeğin bu ikilem kadar acımasız olduğunu keşfetmek zor olmasa gerek. Bu durumdan uzaklaşmanın yani gerçekten kaçmanın en akılcı davranış olduğuna inananlar da sosyalleştiğini sanıp kalabalıklar arasında bir hiç olmayı, bey-hanım ikilisi olarak nitelendirip yaşamayı sürdürmüşlerdi. Bu şekilde yaşamla ilgili hiçbir fikrimi anlatmaya gerek bile duymuyorum. Anlatsam da kimse umursamaz biliyorum.
Günün ilk ışıkları ile kaldırım hareketleniyor. Sabahın soğuğu içime, bedenime dövme yaparcasına içime işliyor. Kaldırımdaki adım sesleri ve kafamı kaldırmadığım için sürekli gördüğüm ayaklar bana onları taşıyan bedenlerini hatırlatıyor. Tanımadığım onca insan ve hepsi gün boyunca onlarca yalan söylüyor. Sürekli cümleler kuruyorlar ve kendilerini benim de yaptığım gibi önemli gösterme çabası içine giriyorlar. Kurulan o koca koca cümleleri anlamakta şu an zorlanıyorum. Zamanı anlarım, karasinekleri anlarım, yağmuru anlarım, geceyi ve karanlığı anlarım, gündüzü de anlarım ama bir muhabbetin en tatlı noktasında bu dünyanın neye yaradığını sorgulamaktan kendimi kurtaramam. Kafama parmak atan binlerce sorunun cevaplanamayacak olması beni olduğum yere sabitliyor. Hep aynı yerdeyim ben... Karasinekler ve savurdukları palavralar değişir sadece. Bunu bilip de karşımızdaki sahtekarları dinliyorsak ya inanmışızdır onlara ya da berbat halde yalnızızdır. Ben de çok yalnızım, hem de sadece kendi yalanlarımı dinleyebilecek kadar yalnızım.
Hoyratça gerçeği konuşacağımız vakitlerde susmayı tercih ederek geçirdik gençlik çağımızı ve şimdi orta yaşlarımızda küçük özgürlüklerle avunan gönlümüze küfür etmeyi öğrettik. Sonra hayat memat arasında kaldık derken bu sabah bir arkadaşımın öldüğünü duydum. Moralim bozuk ama bu da onca önümden geçen ayakkabılar, arkamda bir yerlerde sevişen uyuz çiftler, kaldırımdaki çatlaklarda yüzen karıncalar tarafından önemli değil biliyorum. Oturduğum banktan kalkıp evime gitmek istiyorum...
Coşkun EVER
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre