Rüya

Yorgun ve bunaltıcı geçen bir haftanın sonunda dinlenme kaygısı olmadan sadece kafa dağıtarak zaman geçirdiğim yıllık izin tadındaki iki günümü harcıyordum. Yanında en çok keyif alarak zaman geçirdiğim kardeşimle direksiyon başında her zamanki gece turlarından birini atıyorduk. Saat gecenin üçünde alkol ve uyarıcı bir takım maddeler neticesinde oldukça keyifli kısa bir yolculuktu bu ikimiz için de nerdeyse her hafta tekrarladığımız. Suskunduk, çünkü her lafa anlamsızca gülüyorduk. Aklımızdan hiç geçirmediğimiz konuları açıyor ve en sağlıklı bir zihinle bile konuşamayacağımız konuları kendimizce irdeliyorduk. Aynı anda da eminim gene zihnimizden binlerce düşünce su yüzüne çıkıyordu. Her ne kadar ben içimden geçirsem de, içinde iki tek sigara kalan paketimi eve çıkarken arabada bırakıp bırakmamam konusunda saçma bir git gel yaşıyordum. Paketi yanıma almamam kendimi eve girdikten sonra sigara ihtiyacı duymayacağıma beynimi inandırmamdan kaynaklanıyor ve herhangi bir nikotin ihtiyacında ise beynimin bana oynadığı bu saçma oyunu kabullenememe korkusu gereğinden fazla bir şekilde tribe sokaraktan beni korkutuyordu. Anlamsız suskunluğumuzun devam ettiği zaman boyunca eminim kendisi de ben gibi saçma şeylere kafa yoruyordu. Ya da zaten içerisinde bir köşeye sindirildiğimiz bu hayatın benliğimizce kabullenilmemesi yüzünden bunları yaşıyorduk. Düşüncelerimiz belki saçmaydı ama bize asıl saçma gelen olguların kendisiydi. Kendini bulmak adına tezatlık yaratan beynimiz bize alakasız gelen bir yaşantının mantıklı ya da egolarımızı tetikleyen yanlarını su yüzüne çıkarmak için kendi fütursuzluklarını yaratıyordu.


İki günlük hafta sonumun bitmesini ne kadar istemesem de ilk gecem üstümdeki maddi ağırlığını gösteriyor ve uykum geliyordu. Her zaman ki gibi haftanın yorgunluğu olarak adlandırdığımız bu durum bizi birbirimizden muhtemelen ertesi akşama kadar ayıracaktı. Kendisini eve bıraktıktan sonra sigaramı ve çakmağımı da arabada bırakarak gecenin bir yarısı eve girmiştim. On yedi yaşından beri mutfağın camından bakmadan asla yatmayan ben o gece ne kadar zor gelse de takıntılarıma sadık kalmayı tercih etmiştim. Çevre yolunun ışıklarına bakıp bahçedeki arabaları anlamsızca saydıktan sonra yatmayı hak etmiştim. Kimseyi uyandırmadan işlerimi bitirip sessizce yatağıma yattım.

Geçen zaman beni nerelere götürdü bilmiyorum...Tek bildiğim yürüdüğüm..."


"Nefes nefese kalmış bir şekilde hızlı adımlarla yürüyordum. Bastığım sarımsı toprağın sertliğini hissetmeden yürüdüğüm bu orman yolu sadece bir bedenin yürüyebileceği genişlikte olan, yoluna adım atmışlara da sürekli dikenli çalıları tarafından tacize maruz bırakacak kadar yolcusunu korumaktan aciz bir mecburi ulaşım gereci olmaktan ileri gidemiyordu. Dediğim gibi ayaklarım uyuşmuşçasına adımlarımı atarken tek hissettiğim vücuduma çarpan çalılar ve ellerimle önümü görmek için araladığım dallardı. Havanın bulutlu olduğunu bilmememe rağmen gene de koca koca ağaçların yaprakları arasından süzülen güneşin ışıkları yer yer  kendini bu muhteşem doğanın tablosu üzerinde gösteremiyordu. Gölgelik alanlar o kadar ürkütücü görünüyordu ki gözlerime bazen bir adım dahi atmak istemiyordum. Ara sıra kendini gösteren bu isteksizliğe rağmen anlam veremediğim bir şekilde bilinçsizce ve gittikçe hızlılaşan adımların da beni nereye götürdüğünü merak ediyordum bu yolda.. Çok uzun yürümüş olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek ki artık hava hep kapalıydı ama alacakaranlık lezzetinde. Ruhuma huzur veren ama kendi gerçeğimde çok samimi bulmadığım bu aydınlık umutlarımı terk ediyordu ve saatler geçtikçe benim adımlarım eziyete aydınlıkta korkutucu bir karanlığa bürünüyordu. Birer birer elimden alındıkça duyularımın gücü, elimde kalanlarla yetinmeye çalışmak kulaklarıma gelen çalıların sesinden öteye geçemeyen küçücük yalan hayatımın belirtileriydi. Sonunda son aralığı da atlatıp karanlıkla aydınlık arasından görünen görkemli bir ev tüm ihtişamıyla beni bekliyordu sanki. Sadece filmlerde görebildiğim bu yapıya ev diye hitap etmek beni rahatsız etmiş olacaktı ki içimden onun bir şato olduğunu düşünmeye başlamıştım bile. Artık varmam gereken yerin burası olduğuna kendimi inandırmış olsam gerek daha adını koymakta kararsız kaldığım yapının mükemmelliği gerekse de yolculuğuma bir anlam katmak isteği ile tüm yorgunluğumu ve korkularımı atmış olarak yürüyordum. Zaten artık ne ağaç kalmıştı yolumda ne de çiziklerden tenime desen yapma merakıyla yanıp tutuşan çalılar. Belli belirsiz olan patika yol iyice kendine gelmiş kendinden emin çizgilerle hayallerimin evine doğru yaklaştırıyordu beni. Sonunda şatomun büyük kapısına çıkartacak olan yüksek taş merdivenin önünde duruyordum, bakıyordum ihtişamına kafamı göğe doğru kaldırarak. İlerleyen zamanla inanışıma göre benliğimi hızla olacakların heyecanı sarıyor ve artık meraklı bakışlarla merdiveni koşar adımlarımla çıkıyordum. Sanki her bir basamakta farklı hayaller kurma isteği duyuyordum ve Alice’in tavşan deliğine ilk girdiğindeki merakını yaşıyordum o büyük kapıdan içeri gireceğimi düşündükçe. Zihnimi yoran keşmekeşliklerle beraber fiziksel işlevlerimi de devam ettirip kapının önünde durduğumda derin bir nefes alıp hiç düşünmeden tokmağa elimi atmıştım bile. Kimsenin yaşamadığı boş bir evin kapısında kalma korkusunu yaşayamadan tokmağı hızla vurduğumda ruhuma keman sesi gibi gelen menteşelerin gıcırdamasıyla anladım ki kapı zaten açıktı. Benim böyle muhteşem bir evim olsaydı kapının bu şekilde açık kalmasına ve çıkardığı sesten dolayı da bakımsız olmasına kesinlikle izin vermeyeceğimi düşünüyordum. İlk adımımı çoktan içeri atmıştım bile. Gizemli bir kara delik gibi beni içine çekiyordu bu ev. Sonra şatoyu sahiplenerek ev sahibinin yapmadığını yaptım. Kapıyı özenle kapattım ve uzun uzun etrafıma baktım. Nerdeyse kahverenginin bütün tonlarını görüyordum her tarafı ahşap kaplanmış bu evde. Taş merdivene yaklaşırken içimi titreten heyecanı evin içindeki üst katlara çıkmamı sağlayacak sarmal merdivene yaklaşırken de hissediyordum. Üst kattaydım. Rrenkler, kokular ve adımlarımda yerden çıkan sesler hep aynıydı. Bütün odaların kapıları kapalı ve ben bu labirentin tam ortasında saklambaçtaki ebeyi seçercesine kaderimin kapısını arıyordum. İşte tam karşımda duruyordu ve yaklaşık sekiz dokuz adım attıktan sonra odaya girmek için kapıya yaklaştığımda içerden sesler geldiğini duydum ama bir anlam verememiştim. Çivi çakılıyor gibiydi ama önemli olan çiviyi çakan birisinin olması ve onunla konuşabilme ihtimalimdi. Geçmişimi hatırlamıyordum ve sadece aynı dili konuşabilen bir insanoğluyla karşılaşmam gerekiyordu öğrenebilmek için gerçeği. Korkmadan içeri girdiğimde ki normal olarak yabancı bir eve hırsız gibi girdiğimden korkmam gerektiğini düşünürsek; çıkan sesin açık kalmış pencerenin rüzgarın etkisiyle önünde bırakılmış küllüğe çarpmasından kaynaklandığını anlamıştım. Rüzgarda uçuşan saten perdelerin ihtişamı beni büyülemiş olacak ki umutsuzlukla onları seyretmeye dalmıştım kısa süreliğine. Pencerenin önünde duran tek kişilik deri koltuk ta oldukça ziyaretçisini memnun bırakacak konforda görünüyordu ve iyice bedenimde kendini hissettiren yorgunluğum nedeniyle koltuğa doğru yaklaştım. O kadar yorulmuştum ki koltuğa oturmak yerine yerçekiminin etkisiyle kendimi resmen koltuğun üstüne bırakmıştım. Her ne kadar sert bir iniş yapmış olsam da artık o yumuşak koltukta oturuyordum. Karşımda ki pencerenin küllüğe aynı ritim ile çarpmaya devam ederken çıkardığı sesler, rüzgarın uçurduğu perdelerin bedenime değdiğindeki ürperti ve akşamın serinliği ile kararmakta olan manzarayı seyrediyordum. Zihnimi aydınlatacak bir insanla karşılaşmasam da var olmanın en temel haklarından olan duyularımdan kendime arkadaşlar edinmiştim bile. Sesler, kokular, ürpertiler ve görüntüler eşliğinde yorgunluktan sanırım uyuyakalmıştım..."


Sevgilimmişçesine yorganıma sarılmış bir şekilde uyandığımda uyuyakaldığım yer ile uyandığım yer arasındaki alakasızlığı yatmadan önce kullandığım uyuşturuculara mal ediyordum. İçine girdiğim tripler, dalmış olduğum halüsinasyonlar ve gördüğüm rüyalar bitmiş hafta sonunun ilk akşamına uyanmıştım. Bütün gün uyuduğuma ne kadar üzülsem de geçen zamanı bende kimse gibi geri getiremiyordum hala...


Coşkun EVER