Acaba sevgilisi var mı? Herhalde ayrıldı. Belli de etmiyor be kardeşim. Belli mi edecekti sanki Fırat? İnce topukları, lacivert ceketi, kırmızı beresi, pembe atkısı ve beyaz çantasıyla ne kadarda güzel olduğunu gösteriyorsun bir tanem. Ah Zeliha ah! Sana bir türlü açılamıyorum. Bu kadar mı zor seni sevmek ya. Hani ünlülere soruyorlar ya en sevmediğiniz huyunuz ne diye –Ben cevaplıyorum kardeşim. UTANGAÇLIK! Bu nedir bir kıza bir insan iki senede açılamaz mı be kardeşim? Yok, biz açılamıyoruz. –Abi, abi, abi diye beni biri dürterken iç konuşmamdan sıyrılıp önümde kırmızı gülleri olan küçük veletle karşılaşıyorum. Sinirli ama komik halimle –Ne var çocuk? O da son derece masum bakışıyla –Bir gül almaz mısın abicim? Dalga mı geçiyor bu benle. Kaşlarımı çatarak –Çocuğum benim sevgilim yok ne gülü! Masum kedi tavrıyla bana bakarak –Abi bir gül almak için sevgiliye ihtiyaç yok. Annene verirsini kardeşine verirsin sevinirler. Beynimde arı vızıltıları dolaşmaya başladı. Dur şimdi şu kerkeneze ne yapacağımı biliyorum ben. Tam tekmeyi kıçına vuracak pozisyonu almıştım ki Zuhal’in o ince tınısı kulaklarımı aşikâr edercesine –Gül mü satıyorsun sen diyerek bizim veledi sevmeye başladı. Demek bu çocuğu seviyordu. Kıçına tekme atacak ayak pozisyonumu geri çekip elimi cebime atarak –Hanımefendiye yakışacak güzel bir gül ver yakışıklı diyerek çocuğun masum bakışlı yüzünü gülen bir tebessüm bahçesine çevirmiştim. –Tabi abicim. Buyurun ablamıza seçtiğim gül, sattıklarımın içinde en güzel kokanı en özelidir. Aldığım gülü Zuhal’e uzatarak –Size layık değil ama klişesini vurduktan sonra delikanlının cebine yeşil renklerin hâkim olduğu yirmi lirayı sıkıştırıyorum. Gözlerine bakarak –Sağ ol delikanlı. O da gülen gözleriyle –Asıl sen sağ ol abi. Hadi hayrını gör. Diyerek uzaklaştı ama hayrını gör cümlesini anlamadım doğrusu. Zuhal’e döndüğüm zaman gözlerimin içine bakarak –Sen ne romantik bir adamsın Fırat! Diyerek bana sarılma eylemini gerçekleştirdikten sonra kaskatı kasıldım doğrusu. Çaktırmamak için –Öyleyimdir. Diyerek geveledim ve gülün içinden çıkan notu okuyarak ‘Sevdiğini belli et; Gizlemek başkalarına fırsat vermektir.’ N.Fazıl
Gözyaşı pınarlarımdan akan damlalarla eski sevgilimin paylaştığı o iğrenç fotoğrafı ıslatıyordum. Hayatımda başıma gelmiş en kötü olaydı doğrusu. Bu ne rezillikti, ne kepazelikti. Kıyamadığım bir tanem sosyal medyada fotoğraflar paylaşıp bir gün sonra benimle ayrıldığını beyan ediyordu. Ne yaptım ben bu kıza? Ne kötülük ettim? Sinemalar mı, yemek salonları mı, tiyatrolar mı kapatmadım. Her buluşmamızda onu sevdiğimi belli eden güller, laleler, manolyalar mı almadım. Başına en güzel kemancıları toplayıp senfonimi yapmadım. Elimden geleni yaptım. Tek yaptığım onu saf bir sevgiyle sevebilmekti. Tek yaptığım yanlış buydu. Meğer bunu yapmayacakmışız. Fotoğrafa olan dalgınlığımdan yanımda bitiveren küçük dudaklı, siyah deri ceketli, ellerinde kırmızı güller bulunduran küçük arkadaşımı yeni fark ediyordum. Son derece saf bir samimiyetle –Abi ne oldu sana? Sokaktan o kadar adam geçti bir tanesi de gelip bana bu soruyu sorma cesareti gösteremedi. Küçük arkadaşımı geçiştirircesine bir cevap veriyordum. –Hiççç! Kardeşim okumaya gitti de. Biz onunla hiç ayrı kalmazdık. İlk defa uzaklara gitti ve ben de kendimi tutamadım. Gülen gözleriyle kendisini geçiştirdiğimi o da biliyordu. Soğuktan buz tutmuş ve kızarmış küçük elleriyle –Al abi. Kardeşin gelince ona verirsin. Benim gülüm solmaz. Kokusu da kendisi de solmayanlardan. Küçük arkadaşımın bu güzel jestine güzel bir jestle cevap vermek gerektiğini düşünerek elimdeki lacivert eldivenleri çıkararak ona uzatıyordum –Al bakalım bu da benden sana hediye. Benim eldivenlerimde mevsim ne olursa olsun insanların kalplerini de, ellerini de sıcak tutar. Gülen gözleriyle –Sağ ol abi bakışı attıktan sonra büyük eldivenleri küçük ellerine geçirerek yola koyuldu. Gülün o güzel rengi kırmızı. Sevgiyi, saygıyı anlatıyordu. Oysa o ne yaptı bunun cevabını düşünmek dahi istemiyordum ama gülün içinde beyaz küçük bir not parçası vardı. Merak ettim. Ne işi vardı bu küçük not parçasının gülün içinde. Parmaklarımla gülün içinde dans ederek kâğıt parçasını alıp açtım. En güzel cevabı çocuk vermişti zaten. ‘Edebim el vermez, edepsizlik edene. Susmak en güzel cevap edebi elden gidene. Yunus Emre
-Selami oğlum getir bana iki kola. Gelen buz gibi kolalarla serinleyerek muhabbetin içine demir atmıştık beş kişilik arkadaş grubuyla. –Ahmet biliyor musun ne olmuş. –Ne olmuş? –Bizim Selami var ya. –Evet. –Yoldan gidiyorken dokunmatik telefon bulmuş. –Evet. –Sonra bulduğu telefonu telefoncuya götürüp satmak istemiş. –Neden? –Tuşları yok diye! Ha! Ha! Ha! –Mehmet geçen bizim Selami’nin başına ne gelmiş biliyor musun? –Ne gelmiş? –Akvaryumdaki balığı sen sudan çıkar oksijen alamıyor diye dışarı koy. Ha! Ha! Ha! Selami hacı iki kola daha kapıp gelsene. –Selin bizim Selami gene bir akvaryumdaki balığı dışarı çıkartmış. –Neden? –Üşüyor deyip kalorifere koymuş. Ha! Ha! Ha! –Sağ ol Selami. Alınmıyorsun değil mi? –Şaka birader şaka! –Yok alınmıyorum. Sohbetinize doyum olmaz ama ben çıkmak zorundayım hadi görüşürüz. –Bu Selami ile çok dalga geçiyoruz. Bir de gülüyor hıyar. Ben olsam dalardım direk. Kapıdan içeri küçük boylu bir satıcı girdi. –Merhabalar abi. –Merhaba çocuk. –Abi gül almaz mısınız? Selin al hadi diyerek bakınca –Ver oradan güzelini o zaman. –Tabi abicim ablama en iyisinden veririm. Kokusu geçmez, kurumaz benim güllerim. Cebine arkasında ünlü matematikçimizi konuk eden beş lirayı sıkıştırarak yolluyorduk küçüğü. Selin teşekkürünü esirgemiyordu ama bir tuhaflık vardı kızda. Güle tuhaf tuhaf bakıyordu. –Selin ne oldu birden moralin bozuldu gibi. Gülün içinden çıkarttığı beyaz kâğıdı bana uzatarak –Şunu oku. Bende dediğini yapıp kâğıdı açıyordum. ‘Çok gülen insana iyi davranın, çünkü bir yerlerde hep tek başına ağlar.' Can Yücel
–Leyla sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında? Gözlerim eski sevgilim ve şıllık Yeliz’in üstündeydi. Bu ne utanmazlık, rezillik, kafeye girdiklerinden bu yana bir kere olsun suratıma bakmayıp bir de benim önümde birbirlerine kur yapıyorlar. Kişiliksizler sizi. –Leyla! Gene ne diyor bu Taner –Ne var Taner? Aldığı kontra ataktan gol yememeye çalışan bir takım gibi geri çekiliyordu Taner. –Hiç! Bir konu konuşuyorduk senin fikrini de öğrenmek istedik ama sen konudan da bizden de pek oralı olmuyorsun galiba. Şu karaktersizler yüzünden canım arkadaşlarımı kırmıştım. Daha iki ay önce terk edildiğim zamanda yanımda bu güzel insanlar vardı. Bu sıfatsızları aşabilmenin tek yoluydu onlar. Zor zamanlarımda omuzlarımı dayadım dostlarıma. Şimdi bu olayı iyi bir dansöz gibi kıvırabilirim onu düşünmeye başlayalım. –Kafam biraz dalgın o yüzden pek dinleyemedim kusra bakmayın arkadaşlar. Gülen yüzü ve kabarık saçıyla Melis –Bir daha olmasın prenses diyor. Bu sırada kafeye küçük bir o kadarda tatlı bit minik giriyor. Ellerinde güller, masa masa dolaşıyor. Garsonun teki azarlayıp kovacak iken bizim Taner çocuğu koruyarak yanımıza getiriyor. Taner miniğe bakarak –Arkadaş güzel bir çaya ne dersin? Çekingen ve bir o kadarda gururlu bir tavırla –Teşekkür ederim. Benim daha satmam gereken güllerim var. Çalışmam lazım. Ne demişler çalışan demir ışıldarmış. Bak sen şuna ne kadar da tatlı. –Eğer isterseniz size gül verebilirim. Taner bizim miniği tartacak şekilde –Peki, bende para yok ise gene verir misin? Zekice bir tavırla –Abi sana değil ama yanında oturan hanımefendilere verebilirim. Çünkü onların hepsi bir gül zaten. Ayyy! Canım ya! Taner çocuğun alnından öperek cebine pembenin hâkim olduğu on lirayı uzatarak bir gül alıyor. Kırmızı güzel bir gül. Miniğimizin değimiyle kokusu geçmeyen ve kurumayanından. Taner aldığı bu gülü bana uzatarak –Çiçeğe de aynı türü verilmez ama alın bakalım Leyla hanım? Bana iltifatları ve ilgisiyle oluşturduğu atmosferde çiçeği alıyorum ama bizim minik çoktan gitmiş. Kaşla göz arasında nereye gitti afacan. Neyse gülün o güzel kırmızılığına kendimi kaptırmışken gözüme beyaz bir not ilişiyor. Gülün içindeki notu tereyağından kıl çeker gibi alıyorum ve buruşmuş kâğıdı açıyorum. ‘Gitmek sadece bir eylemdir. Unutmak ise koca bir devrim. N.Hikmet
-Dün demiştin ya hani para konusunda biraz sıkışığım diye. –Evet. –Ben o konuyu halettim sayılır eğer bunu kabul edersen. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Öykü sen ne yaptın demek geçiyordu içimden ama sadece içimde kaldı. –Bunu yapmana gerek yoktu. Bu kaçıncı iyiliğin Öykü bunun altından ben nasıl kalkarım. Gözleriyle gözlerime bakarak –Biz birbirimizi sevmiyor muyuz? Şaşkın bir şekilde –Evet seviyoruz. O zaman birbirimize destek olacağız. Bir gün sende olacak bir gün ben de ayrı garı yok. Tamam mı? Tatlı komutanımdan emrimi alıyordum. –Tamam canım. Evine uğurladıktan sonra bu kızı daha üç ay önce tersleyip aşağıladığım günler aklıma gelince çılgına dönüyordum doğrusu. Ben nasıl biriymişim beni sevmeyen kişiliksizin tekiyle flört edip tüm sermayemi yedirip, ona değer verdim. Beni gerçekten seven ve bana değer veren bu güzeli görmezden geldim. Ben cidden bir pisliktim. Kendime içerleye içerleye yürürken karşıma soğuktan donmuş bir çocuk çıktı. Elinde tek bir gülü kalmıştı. Keşke şimdi değil de biraz önce karşılaşsaydık Lale’ye gül hediye ederdim. Güzel ince sesiyle –Abi, gül almaz mısın? Öyle bir tondan geldi ki bu ses insan ister istemez almaya kalkıyor –Ne kadar yiğidim? Son derece mütevazı bir üslupla –Gönlünden ne koparsa be güzel abicim. Gönlümden Sarı tonların hâkim olduğu elliliği çıkarıp cebine uzatıyorum. Ama tepki koyuyor. –Abi bu çok. Cebine tekrar parayı sıkıştırarak –Olsun cebimde bir tek bunlardan var. Gönlümden de bu koptu. İtiraz ederek –Bozarız abicim. Ben hakkımı alırım, harama da el uzatmam diyerek parayı bozup elime gül ile birlikte sıkıştırarak veriyor. –Allah’a emanet ol delikanlı! diyerek uğurluyorum yiğidi. Verdiği güle bakıyorum rengi de baya iyiymiş. Kıpkırmızı şuna bak. Şunu Öykü’ye de vermek gerek. Ama çocuk ne dedi –Kokusu da geçmez, kuruması da başlamazmış ne de olsa en özelini sana verdim abi dedi. Ama dur kırmızının içinde bir beyaz gördüm. Bu da neyin nesi. Parmaklarımı bir kepçe edasıyla gülün içine daldırarak beyaz kâğıdı açtım ve ne göreyim ‘Bitkinin güzelliği, tohumun iyiliğinden. İnsanın güzelliği ise kalbinin güzelliğinden gelir.' Mevlana
Eve girdiğimde ellerim buz tutmuştu. Bugün satmam gereken güllerin hemen hemen hepsini satmıştım. Ama bir tanesi hariç. Eve bir çikolatalı pasta ve gül ile girerek bizim için her gün uğraşan, çalışan, çabalayan güzel annelerimize bir borcum vardı. –Anne ben geldim. –Hoş geldin oğlum. Gelirsen sana bir şey göstermek istiyorum. Koşa koşa yanıma gelip –Ne oldu? Diyerek kendisini sahneye çıkardı. Elimdeki yaş pastayı göstererek –Pastayı açarsan memnun olurum. Şaşkın bir biçimde pastayı açıp, şaşkınlığının derecesini artırıyordu. Pastayı gördüğüm zaman gençliğimin ilk zamanlarını görüyor ve üstünde kırmızı renklerle oluşturulmuş not gözüme ilişiyordu. Güllerin en güzeli, nice yıllara SÖZLER BAHÇESİNİN bahçıvanı Rıfat.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre