Sevdiğim Adam


Güneşin denizle sevişmeye başladığı dakikalardı. Çok yakışır İstanbul’a güneşin o kızılımsı turuncu rengi. İşte tam o an rıhtımda denize karşı bir kadeh kırmızı şarap içmeye bayılırım. Bir kadeh diye başlar, şişenin dibini görünce giderim yer sallanırken evime. Galata Kulesi’ne doğru yürürken o dik yokuş ızdırap gibi gelir. Nefes alıp verişim tısıltılı olur adeta. Yorgun bir kadınım ben. Feleğin çemberinden mi geçti yoksa felekle vals mi yaptı dersiniz bilinmez ama ölü bir kadın ruhu olduğum kesin. Bu kadının adı yok.

Yıllar önce henüz yirmi bir yaşındayken aşkı tanıdım. Güç oldu tanımak haylazı, o diye herkese sarıldım ama buldum. Kokusundan tanıdım onu. Düşündükçe burnumu sızlatan o tatlı kokusunu unutamadım bir türlü. Buğday renkli saçları, denizi kıskandıran bakışları vardı. En başta dedim ki kendi kendime; ‘’Saçmalama kızım! Bakar mı bu adam sana?‘’. Daha ilk kez gördüğümde o adamı, garip bir telaş oldu. Evren benimle oyun oynarcasına eğlendi. O zamanlar Ankara’da ikamet ediyordum. İlk buluşmada (genelde erkek huyudur ama bu defa kızların daha fena olduğunu birkez daha anlayın) bara götürdüm. Karşımda Rammstein, Skrillex, Marilyn Manson’ı anlatan ki ben bu durumda Fransız oluyorum, nefes almadan pür dikkat dinledim. Konu ilgimi falan çekmedi ama bir insan  rock müzikten bu kadar mı tatlı bahseder. Ankara’nın AVM şehri olduğunu bir defa daha anladım o gün. Çünkü en fazla gezmek için gençlik Parkı’na gidebildik. Teklif etmedi ama 4 Ağustos saat 14.20‘den sonra ele geçirdim ben o adamı. Aylar geçti, her gün  bir önceki günden daha fazla sever oldum adamın beden bulmuş halini. Dokuz ay oldu görüşmeyeli. Tam dokuz ay… Bir kere olsun sitem etmedim, bir görüş ile dokuz ay geçirdim ben. O gitti ama ben o gözleri, o kokuyu unutmadım. Sonra ne mi oldu? Hiç ailesinden ayrı bir yere gitmeyen o kız delirdi birden. Kendime geldiğimde İstanbul, Kadıköy’de sahilde oturuyordum. Meşhur Kent Switch sigaramın ve dalgaların sesi eşliğinde o adamı düşünüyordum. Sabah erkenden buluştuk. Yürümekten ayaklarımız şişti. Çenem "İmdaaaat!" diye haykırana kadar konuştuk. Öyle bir gülüşü var ki ömürlere bedel. İstiklal Caddesi’nde biralarımızı içerken sokak şarkıcılarına eşlik ettik. Alnımdan öptü devamlı. Gece geriye; kasvet dolu, soğuk Ankara’ya geldim. Yatağıma yattım, o adamı düşünmeye başladım. Olmadı… İçeriden anne ve babamın kavga sesleri geliyordu. İlk defa evlilik hayali kurmuştum ben. İki de çocuk yapacaktım. Kavga dolu bir ailedeyken korktum, soğudum. Evliliği kavga sandım.

Korkularım yüzünden hergün sevdiğim adam ile kavga eder oldum. Ben ağlamadan uyuduğum bir günü hatırlamam ama bu adamla kavga etmek canımı bir ayrı yakıyordu. Derimi cımbızla çekiyorlardı sanki. Yastığı ısırıyordum ağlarken sesim duyulmasın, kimse farketmesin diye. Rimeli yastığa bulaşmadan büyümezmiş kızlar. En olgun ben olmalıyım ki benim yastık rimel dolu.

Dayanamadı o adam kavgalara. Bir sabah uyandığımda ne sesi vardı ne de kendisi. Kapatmış telefonunu bir hoşça kal bile demeyi layık görmemiş. On ay üç gün aldı hayatımdan. Toplasan on iki buluşma, yirmi hediye, dört öpücük… O kadar çok alışmışım ki o adama unutamadım. Şimdi buradayım; İstanbul’da. Her akşam gelip içiyorum ve her akşam gökyüzünde onunla yaşadıklarımı izliyorum. O ölmedi ama beni öldürdü. Kurduğumuz hayalleri yaşıyor, çok da mutlu. Kız çocuklarını çok severdi, bir kızı var. Çok da güzel bir eşi.

Artık 54 yaşında ölmek için dua eden bir kadın var karşınızda. Her şeyimi bırakıp geldiğim bu şehir beni uyuşturucu bağımlısı yaptı sanki. Yoruldum o adamın evinin önünden geçmekten. Bu sabah kızı ile tanıştım. Bir bardak çay ikram etti. Çok severim çayı ama ağzımda acı bir tat bıraktı. Adını sordum sarı saçlı meleği andıran o kıza. Tahmin etmeye çalışmıştım önceden bakalım tutacak mı diye beklerken kız resmen kalbime bıçak sapladı. Bir anda dünyam karardı. Yerin dibine girmek istedim, bedenimden kanlar fışkırdı. Yıllar sonra duydum o ismi birinden. Sevdiğim adam kızına benim adımı vermiş. Kalkıp gittim evime. Nasıl vardım eve bilinmez ama delirdiğim kesin. O adam benim adımla seviyordu kızını ‘’Nur’um’’ diyordu…


Etiketler: aşk hüzün