Bir harita aldım ellerime. Bakakaldım çizgilerine; yaratıcının kurduğu ve insanın zorladığı düzenine. Ülkelerin sınırları çizilirken hangi cetvel dayanmıştı bu hengâmeye? Savaşsız geçmeyen dönemlerin barut kokuları kapladı odamı. Tarih bilgim kadar az değildi kokunun keskinliği. Camı açtım esecek rüzgârla kokuyu dağıtmak için. Rüzgârla şahlanan kenarlarına inat, bakmaya devam ettim. Ben baktıkça haritadaki renkler karışmaya başladı birbirine. Olmak istediğim yerler, şimdi olduğum yerlerle tanış olmuş bile, katlama izlerim sayesinde. Bazen iki yerin rengi birbirine bulaşmış, gökkuşağının sekizinci rengi olup çıkmış. Haritayı elimde uzun süre tuttuğumda parmaklarıma bulaşan yolculuk izlerine anlam verebiliyorum şimdi.
Bilmiyorum bakmaya başladığımdan beri kaç kelebek kanat çırptı da ben her seferinde yeni bir doğa düzenine şahit oldum; ama fark edebildiğim, değişimi en azından yakın vadede göremeyen gözlere sahip olduğum gerçeğiydi. Aynı ırmakta iki kez yıkanamayan da bendim sonuçta.
Akşam olunca bir uyurgezer, çıplak ayaklarıyla çıkıp gezinmeye başladı yere bıraktığım haritamın üzerinde. Yaptığı hışırtılar ele verdi onu. İçeri nasıl girdiğine şaşırma faslını atlayıp misafirperver olmaya çalıştım. Nasıl olsa onun hakkında duymuşluğum vardı önceden. Mahalle ağzı, bir uyurgezeri mi konuşmayacaktı? Rüyalarını rüyalarıma kattım ve ben de onun gezintisine katıldım. Yarın sabaha uyanmak için uyumuştum ama zaman zaman uykumu bölen bir ağırlık hissettim arkamda. Sonra fark ettim ki birçok yabancılaşmış yüz birikmiş bavulumda. Evet, bavul dedim. Gezinti dediğin şey ne kadar ani de olsa ciddiye alınmalıydı çünkü.
Yükümü boşaltmak için yol kenarında bir mola versek, içtiğimiz bir fincan kahvenin hatrı kadar ömür biçili mi ki yukarılarda? Sorular, yolculuk şarkıları misali dilime dolaşık. Yanımdaki uyurgezer, deli diye anılan bir avare, sorsan âşık… Yol boyunca susuyor. Uyurken sayıkladığından bahsetmemişlerdi zaten, şaşırmıyorum.
Ben kendi kendime bilinçaltımı dökmeye devam ediyorum. O ise fazla doğal, anlattıklarımla gereğinden fazla ilgileniyormuş gibi davranmıyor. Hatta ne ara oraya geçtiğini anlayamadan yolun karşısında görüyorum onu. Elinde, karanlıkta nasıl işlev gördüğünü anlayamadığım bir ayna. Ondan yansıyıp gözüme ulaşan siluet tanıdık bana. Çocukluğumu tutuyor yüzüme yüzüme. Kendine de çevirse aynadan yansıyan şey değişmiyor. Aynıyız demek istiyor bir nebze. Her gece bunu mu yapıyor merak ediyorum. İnsanları bu kadar rahatsız eden şey, onun gece evlere izinsiz girip kendileriyle yüzleştirmesi mi? En korkunç filmleri izledikleriyle övünen yetişkinler kendi gerçekleriyle yüzleşince neden bu kadar rahatsız olurlar? Bunca uyku sersemliğim kafein etkisi yapan bu adamla son buluyor. Şimdi her zamankinden daha uyanığım.
Yanına gitmeye yelteniyorum, Kaldırımın kopup gitmeye yüz tutmuş taşları ayağıma takılıyor, düşeyazıyorum. Bavulumdan tutunuyorum da o şikâyetçi olduğum ağırlıklar bana destek oluyor. Yol arkadaşım karşıda, boşta kalan eliyle havayı yoklayarak benden emin olmaya çalışıyor. Uyurgezerin gezeri olduğu kesin de uyur kısmından emin olamıyorum. Derken hızla geçen bir arabanın altında kalıyor yol arkadaşım, halüsinasyonlarımın önünde. Ruhunun zincirleri çözülüyor böylelikle. Elindeki ayna tuzla buz… Aynadaki ben, kayıp… Ertesi gün, tüm rüyama intihar süsü veriliyor. Haritamdaki kırışıklıklar ayak izlerimizi örtüyor. Bavulum biraz daha ağır şimdi.
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
...da aklıma takıldı; şu haritadaki yolcu ne, vicdan mı?
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre