Beyninde yankılanan tıkırtı sesleriyle uyandı genç kız. Evet uyanmıştı ama gözlerini açması zaman aldı. Demek ki uykusunda ağlamıştı, yani en azından çapaktan birbirine yapışan kirpiklerini ancak böyle açıklayabiliyordu. Gözlerini açtıktan sonra öylece kaldı bir süre, başı önüne eğik uyuyakaldığı için boynunda derin bir sızı hissetti. Sağ elini boynuna bastırmak için kaldırdığında farkında olmadan dudaklarından fırlayan inleme o uyku mahmurluğunu silkeleyiverdi. Evet hatırlamıştı, nasıl uyuyakaldığını, uyandıktan sonra geçen -ağrılarına rağmen onun için gerçekten huzurlu olan- kırk üç saniye bitivermişti işte. Farkındalık sonrası başına üşüşen görüntülere üzülmeye başlayamadan bir tıkırtı daha duydu. Bunu takip eden dakikalarda adım seslerine dönüşen tıkırtılar. Üzülmeme bile fırsat vermiyor, diye düşündü, başlıyoruz.
Adım sesleri onu dehsete düşürecek kadar sakindi. Ah, nasılda işini biliyordu adam. Genç kızın korktuğunu fark ettiği her şeyi çekinmeden kullanıyordu. Daha sonra kız kapının tokmağına konan eli hissetti, ilginçtir ki bu bile kızgın bir demirin tenine bastırıldığını hissetmek kadar acı vermişti. Aslında ilginç falan değildi, kaçınılmazdı.
Genç kız zorlukla hareket ettirdiği bacaklarını seri bir şekilde zemine sürterek geriye kaçmaya çalıştığında fark etti duvara yaslı olduğunu. Nasıl geldiğini hatırlayamasa da, sadece burada uyuyabildiği gibi bir gerçek vardı ve bu gerçek kızın kafasında bir ampul misali ışıldadı. Bulunduğu bu köşe zindanındaki en sevdiği yerdi. Burada sevdiği bir yerin olmasının büyük ironisine gülümsemeye dermanı olsaydı, gülümserdi.
Tokmak döndü ve kapı gittikçe daha fazla ışığın odaya girmesine müsaade ederek aralandı. Aptal kapı, dedi içinden kız. Bunun ne kadar haklı bir hakaret olduğunuysa hiçbir zaman açıklayamamıştı. Sonra, on dört saniye, dedi, yanıma gelmesi on dört saniye sürecek. Aslında oda o kadar uzun değildi ama adamın gerilim merakı kaçınılmaz sonu altı saniye geciktirmiş oluyordu işte. Evet, eğlencesini ikinci plana attığı günlerde yanına sekiz saniyede ulaşırdı. Bu yürüyüş sırasında pantolonunun kemerini çıkarırdı hatta, genç kız bu görüntüden iğrenirdi. Eğer midemde çıkaracağım bir şey olsa eminim kusarım diye düşünürdü her seferinde sıkılmadan.
Kafasını kaldırmamıştı, ayaklarını izliyordu adamın genç kız. Bu kadar şey düşünmesi ona artık korkmadığını fark ettirdi. En azından buna inanan bir düşünce sistemi vardı, vücudu ise duruma olan muhalefetliğini sürdürüyordu. Genç kız bunu hızlanan nefesinden anlamıştı. Bir de buz kesen ayaklarından, bir de titreyen ellerinden, bir de ... neyseydi.
Tam önünde duran adamın ağzından alayla çıkan sözcükler yerçekiminden fazla etkilendiklerini düşündürecek bir süratle düşerek genç kızın saçlarına çarpıp, çarptıkları yerleri kızarttılar. Bakımın b'sinden habersiz olan dolaşık ve yıpranmış saçlarının arasından kaymayı başaranlarsa zaten tutulmuş olan boynuna bir kat acı daha eklediler. Genç kızın kalbi tekledi.
Sıradaki hamleyi bekledi genç kız ve işte! Duvardan gelen çınlama sesi. Bu adam gerçekten klişe, diye düşündü bu sefer. Sonra da eğer bunları duysaydı kuduracağını. Adamın kudurmuş sahneleri gözünün önüne gelirken beyninin inkârı seven kısmının genç kızı alaycılığa itip yüzünde bir gülümseme bırakacağı sırada gelen darbe kafasındaki harfleri bir çorbaya çevirdi. Ve genç kız bu kez de gülümseyemedi. Tekrar kalbi tekledi.
Darbe sol dirseğinin üstüne gelmişti. Aptal kemer, dedi içinden, ki harfleri toparlayabildiğine şaşırmıştı. Kemer aptaldı, çünkü canını acıtıyordu. Canını acıtan şeylere aptal demek kızın alışkanlığı hâline gelmişti. Daha acıklı tabirler bulmaya vakti yoktu. Ne yapsındı? Darbeler arası düşünme süresi vermek adamın pek tarzı değildi.
Kollarına inen on iki keskinlikten sonra hissizlik başlamıştı. Aslında yediden sonrasından emin bile değildi. Adamın gürlemeyle karışık iğrendirici sesinden çıkardığı sonuç buydu. Bu seferki düşüncelerini beklemediği bir acı böldü. Bu da nereden aklına geldi aptal herif, diye düşündü kelimelerin dağılmasına izin vermeden. Boynuma ne yaptın şimdi? Ya da bir dakika, akıl mı?
Boynunu nasıl o hâle getirdiğini kavrayamamıştı ama köprücük kemiğine doğru süzülen sıcaklıktan pek de basit bir şey olmadığını anlamış, çektiği acıya hak vermişti genç kız. Bir şeyin yere çarpma sesini duymasıyla dikkati dağıldı ve bakışları istemsizce sol tarafa kaydı. Anahtarlık mı? Aptal anahtarlık, keskinliğin takdiri hak ediyor gerçekten, dedi bu kez.
Üçüncü aşamaya geldiklerini koluna gömülen parmaklardan anlamıştı genç kız. Boyun kısmının açıklaması birden geliverdi aklına. Tabii ya, ikinci aşama hep sürpriz olurdu. O sürprizlerden nefret ederdi.
Adam genç kızı ayağa kaldırmaya çalıştığı ilk seferde başarısız olmuş ve buna sinirlenmiş, ardından onun da aklına gelen anılarla eğlenmişti. Eğlenmişti çünkü bir gün önceki sürprizin baş kahramanı ayaklardı; ve bu, adam için neşe, genç kız için gözyaşlarıyla dolu bir anıydı. Tüm bu sıradanlıklar(!) adamın cep telefonundan gelen gürültüyle bölünmeseydi, adam sinirle bağırıp genç kızın kolundan elini çekmeseydi, kızın hıçkırmaya başlaması kaçınılmazdı. Aslında eskiden olsa odaya girdiği andan itibaren yalvarıyor olurdum diye düşünmeden de edemedi kız. Değişen şeyler olmuştu evet. Artık acısını tasvir etmeye gerek duymuyordu mesela, ne kadar ağladığını da.
Ancak adam kapıyı çarparak çıkınca anladı gittiğini. Boynu gerçekten kötü durumda olmalıydı, çünkü adamın kaç saniyede kapıya ulaştığını bile sayamamıştı. Kızgınlığı kesindi. Eğer üzerine bir de istemediği bir aramaysa yedi saniyede çıkmıştır, yok hayır işine yarayacak bir aramaysa keyfin getirdiği rahatlamayla çıkması on iki saniyeyi bulmuştur, diye düşündü genç kız. Bu sırada zaten yere düşmüş ve uyandığı pozisyonu almıştı. Pansuman ihtiyaci falan hiissetmiyordu. Gerek yoktu. Kendiliğinden iyileşirdi. Daha önce hep iyileşmişti. Ama izler... Onlar her yerdeydi. Daha yeni uyandığı gerçeği umurunda bile olmazken kapanan gözlerine hiç karşı koymadı. Klişeliklerle dolu geçen dakikalardan sonra son klişeyi de tamamlayıp kabuslardan kurtulmayacağını bildiği uykuya adımlarını attı. Son klişesi üç kelimeydi, kalbini her gün parçalara ayıran üç kelime. Kemerden ve anahtardan daha keskin olan o 'aptal' üç kelime düştü dudaklarından:
İyi geceler, baba.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre