Sevilmişti çoktan kabullenmek, büyümek. Bu yalnız bedenlerde alışık olmayan durumlara pek de çabuk alışmıştı algılarımız. Daha az şaşırmayla belli ediyordu kendini yeni kurallarımız. Bu tür kurallar ağırlık yapmıyordu. Bir ağaca bağlanmış yaprak gibiydi bazı hisler. Bir rüzgarda hemen kıpırdayan... Sorgusuz sualsiz inanmak vardı bazı sevgilere ki bu sevgiler içimizdeki sevgi doyumunu oldukça tatmin ediyordu.
Toprağı bile sevdirirdi bu sevgiler. Sevginin hatrına yapılmayacak şey yoktu şu dünyada. Karşılıksız sevmenin verdiği hazzı ve mutluluğu alan bir insandan beklenmezdi; papatyadan çıkacak olan "sevmiyor" sözcüğüne üzülmek. Kırılan gönlünden arta kalıp yere düşen parçaların kuşlara yem olmasını izlemek de yakışmazdı zaten artık ona... Oysa bu durumdan hiç rahatsızlık duymadan severdi muhattabını.
Sahi kuşlar dedik.. Uçarlar dedik.. Ben hiç martılara simit atmadım, seslerini dinleyemedim dünya kulağıyla. Ne de çok varmış gönlün kırılışlarından kuşlara yem olan bir gelecek... Biz ise kuşlara imrenirdik bizi de götürse diye. Kırılmışlıkların ağırlığını taşıyan bir cana, kendini emanet etmeye hazırdı kalbimiz. Kuşları ne kadar da çok sevdik. Bakmayın bana, her kuş kırgınlık yemez. Bizi kıran da zaten kötüler değil midir? Kötülerin de vardır elbet kuşlara ikram buyurduğu hisleri. Bu kuşun kötü olduğu anlamına gelmez ki. Belki de hepimiz eşit olalım diye demiştir şair "bırakın da uçmak kuşlara münhasır olsun" diye. Bir bulut kadar yüce, bir deniz kadar mavi, yazılmamış bir defter kadar özgür sevgiler olmalı insanın hayatında. Baktıkça sevesi gelen, umut veren. Soyut kavramların verdiği özgürlükle giderken okyanusun en dip noktasına, anlıyordu ruhum; anlamaya değecek nice şeyler vardı dünya hayatında...
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre