Onun olmak sanki bir ömre bedeldi. Olanları bir türlü anlam veremiyordum. Aslında sadece iki defa sohbet ettik, fakat aylarca gülümsedi gözler. En çok ona değer verirken, en fazla ondan yara almıştım. Kızgın değildim ona karşı. Sadece kırgındım. Aslında hiçbir kötülük ona karşı değildi, öfkem kendimeydi. Nasıl farketmedim onu anlamıyorum.
Gözlerinin maviliği denizleri kıskandırıyordu. Uzun sarı saçları, rüzgar ile resmen dans ederdi. Bu kız bana bakmaz dediğimde gelmişti yanıma. Nitekim bakmamıştı da…
Okul kantininde yalnız başıma çay içiyorum. Kimseyle fazla samimi olmak istemem. Maske takmış iki bacaklı yaratıklar her zaman beni üzdü. Kendi kendime fazla zarar vereceğini düşünmüyorum. Bu nedenle yalnız kalmaktan asla korkmadım. İki küp şeker yatıyorum çayı. Alıyor içinde gibisin acılığı. Üç beyazdan uzak durun diyen insanlar var ya hani, bıyık altından gülüyorum onlara defalarca. Şeker, tuz ve un... Eğer bu üçü olmazsa nasıl zevk alırım ben yediğim yemeklerden? Söylesenize bunlar insanlar kadar zarar verecek mi bana? Hiç de sanmıyorum. Çay acılarıma her zaman yoldaş olmuştur.
En çok matematik dersini seviyorum. İnsanlar, sayıların anlamsız olması gibi geliyor bana. Anlamlı olması için ille de bir değer vermeniz gerekiyor. Yeni aldım çayımı oturdum okulun en kuytu yerine. Batak oynayan, dedikodu yapan insanlardan bir nebze de olsa uzaklaştım. Koskoca adamlar kadınlar olmuşlar ama hala oyunlardan ya da mahalle karılarının dedikodularından bıkmamışlar. Onları izlemek sanki bir tiyatro salonunda rol yapan oyuncuları bakmak gibi. Bazen o kadar komik oluyorlar ki onları izlediğimi fark etmeseler bile kahkaha attığım zaman dönüp baktıklarında anlıyorlar. Aslında çoğu zaman acıyorum onlara. Annesinin, babasının binbir emekle biriktirdiği para ile okumaya gelen bu insanlar okulda yaptıklarını ailelerine anlatmaya cesaret bile edemezler. Oysa ki o anne babalar etrafındaki insanlara öve öve bitiremez o evlatları. Bilseler ki onların sabahtan akşama kadar ter dökerek biriktirdikleri paraları; ya oyun oynarken yedikleri içtikleri ile ya da hüzünlü bakışlar dan sonra bir kadeh de olsa içelim diye gittikleri para harcarlar.
Bugün bilerek kuytu bir yere oturdum. O insanlara görüp daha fazla içimden küfür etmemek için. Zaten onlar yüzünden çoğu zaman sarışınımın yanımdan geçtiğini göremiyorum bile. İşte geldi. Bukle bukle olan saçlarına her zaman hayran kaldım. Tabii ki her halini beğeniyorum kadınımın. Eğer etrafta gördüğüm cadalozlar kadınsa; ben hatunuma melekten başka bir kelimeyi dahi yakıştıramam. Yüzleri bir evini badana boyasını karşılayacak olan kızlar, parasızlıktan kısa olan etekleri ve dekolteleri güzellik zannedenleri nasıl olurda hatunuma eşdeğer görebilirdim? Çocuksu da olsa pembe rengini en çok ona yakıştırıyordum. Onu uzaktan izlemek sanki sahil kıyısında dalgaların çıkardığı sesi dinlemek gibi.
Tam üç aydır aynı bankta her gün onu izliyordum. En büyük hayalim onunla konuşmaktı fakat cesaret edip bir türlü yanına gidemedim. Kadınlar erkeklerden daha cesurdur. Bunu sadece yanıma not almaya geldiği için demiyorum. Ben onu bile yapamadım...
Yanıma geldiğinde afalladım yalan yok. Aylardır uzaktan baktığım kızın dilsiz olduğunu düşündüm. Gözleri beni öyle bir esir aldı ki, beynim sesini algılamadı. Bu matematik notlarının bu kadar değerli olduğu hiç aklıma gelmezdi. Sözleştik, ertesi gün okul çıkışı ona notları getirecektim. Bir an önce eve gitmem gerektiğini düşündüm ayrıldığımızda. Yazıları temize geçirmem gerekliydi. Kadınım okurken zorlanmamalıydı. Allah cezamı vermesin!... Neydi kızın adı? Bilmiyorum, şaka gibi. Biraz önce konuştuğum kızın adını da duymadım muhtemelen. Çok fazla not var, sabaha da çok var sorun değil.
İlk iki derse yetişemedim. Aslında bilerek gitmedim çünkü yazılar bitmedi. Koca bir defteri yeniden yazmak, beğenmedim deyip yırtmak ile bu işin uzun sürmesi normal tabi. Hergün baktığım için dersi var mı yok mu biliyordum elbet. Hayatımda ilk defa kendime baktım. Yani sizin deyiminiz ile süslendim. 23 yaşında adamım, ilk defa belki de saçımla oynadım. Ah be kızım nedir senin beni bu denli sarhoş edişin?
Bugün o da farklı sanki Rengarenk giyinip gökkuşağına meydan okuyan kadınım, bu gün bir yağmur bulutu kadar gri. Yine de her hali güzel o ayrı tabi. Usulca yanıma geldi. İşte o gülümseme. Allah aşkını kızım senin bu halin benim kendimi Zeus diye adlandırmama vesile olur, yapma. Ya da gül be. Aksini görsem, yüzünü asmana sebep olan neyse bu dünyadan silerim. Bir kadın bir erkeği vezir-rezil olayı değil bu. Zeus-Hannibal olayı kesinlikle.
-Heyyyy. Orada mısın Koray?
Aferin sana. Bravo öküz surat! Nasıl oldu da yine dalıp gittin be kıza, ne olacak şimdi?
-Evet evet tabi ki okuldayım. Pardon buradayım birşey düşünüyordum da.
-Anladım sorun değil. Biraz acelem var notları getirdiysen alayım fazla zamanım yok sevgilim kapıda bekliyor.
Ne? Nasıl ya? Nereden çıktı sevgili? Kızım nasıl da birden söyledin, sevgili sevgi dolu olana denir. Sor bakalım benim yüreğim kadar onun ki de sevgili mi?
-Getirdim. Umarım faydalı olur senin için. Bu arada geri vermene gerek yok bunlar bir kopyası.
-Teşekkür ederim, senin de ihtiyacın olursa nota söylemen yeterli. Görüşürüz.
Benim ihtiyacım olan şey, not tuttuğun parmakların, soru sorduğun dudakların... Tepemden aşağı kaynar sular döküldü be usta. Sabaha kadar ne hayaller kurdum ben bu kadın için.
Bir haftadır gitmiyorum okula. Metak edip arayan kimsem yok. Ölsem ruhları duymaz bunu da biliyorum. Bu sabah söz verdim kendime, gideceğim. Boşuna mı okudum, kazandım? Ne farkım kalır ki okulda ki serseri tayfasından?
Mutluluk küçük şeylerde gizli. Rıhtımda gördüğüm dilenciye para vererek başladım güne. Normalde simit çay yapardım ama iştah yok, uğramadı bu hafta semtime. İlk ders Kuantum. Okulun ilk yılları "Bu dersi geçince falcılık yapabiliriz " diyen insanlara gülüyordum. Şimdi hangi fincan da kendilerini buluyorlar ki? Bütün sınıf düşük not almış. Kuantumu falcılık dersi zanneden beynin Ivana Sert yanıtını duyması muhtemel. Şükürler olsun ki benim not iyi. Bu haftanın güzel haberi de bu oldu. Sigara içmek için dışarı çıktım bu defa kalabalığın arasına karıştı, birkaç saçmalık duyarsam iç sesimin beni ele geçirmesine izin vermezdim.
Tek hatırladığım "yapma" diye bağıran kadınımın sesi. Şimdi hastahane, yoğun bakımdayım. Gözlerim kapalı bile olsa etrafımdaki hemşirenin neler yaptığını görüyorum sanki. Kalp atışımın cihazda çıkardığı sesi duymak, yaşadığıma beni inandıran kanıt oldu. Neden böyle olduğumu düşündüm ve yanıtı uzun süre sonra aldım. Sanırım bu da kafama gelen darbelerin geciktirmesinden kaynaklı. Sevdiğime notları hazırladıktan sonra bir de mektup yazmıştım. Yanımda okur korkusu ile zarfa koymayıp, notların arasına sıkıştırdığım bir mektup. Polis ifademi alırken söyledi ismini. "Ezgi"
Kulağa hoş gelen ses... Benim kulağıma, gözüme, gönlüme iyi geliyordu da şimdi onları da etkisiz hale getirdi. Sevgilisine anlatmış beni. Adam da haklı olarak dövdü. Hatta dövmek ne kelime tır ile girişti. Bilmeden varlığını, verdim mektubu. Bilsem zaten bunlar olmazdı. Sevgilisi olana bakmayı sapkın bir huy olarak adlandırırken, bunu kendime yakıştırmam.
En azından bir konu da şanslıyım ki, şikayetçi olmadılar. Ezgi okulu terk etmesin diye memlekete döndüm. Bundan sonra ne yaparım bilmiyorum ama tek bildiğim Ezgi'yi bir an önce unutmam gerektiğiydi...
Bu yazıya 1 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre