Bir deniz kıyısında oturuyorsanız eğer ya da o deniz kıyısının iki sokak ötesindeyse eviniz şanslısınız efendim. Kendinizi sokaklara atıp saptığınız her sokak dönemecinden o deniz kıyısına düşebiliyorsa yolunuz düşünmeye hala vaktiniz var demektir. Ben de o şanslı kişilerdenim işte. Kendimi evden dışarı atmaya meraklı biri olduğumdan değil zaten benim tek merakım kulağımda çalan bir Ahmet Kaya parçası ve denizin kalabalıklaşmış yalnızlığı...
Birkaç adım kalmıştı sadece. Gözlerimin dolacağı, alt dudağımın hafifçe kıpraşacağı, "ben geldim" derken sesimin titreyeceği o gürültülü sessizliğe sadece birkaç adım. Sonra buluştu gözlerim sert dalgalarla ve bugün kızgındı deniz belki de kırgın... Geleneğimi bozmadan "arka mahalle" parçasını açıverdim aceleyle. Deniz daha fazla hırçınlaşınca koşuşturmaya başladılar. Onlar korkuyorlardı ve onlar korktukça deniz hırçınlaşıyordu. Onun insanlara kırgınlığını göstermesinin bundan başka yolu yoktu ki ama anlamadılar hiçbir zaman denizin kırgın olduğunu.
Bazen denizin kırgınlığını anlayan başka birinin daha olup olmadığını merak ediyorum. Boştu sahil ancak deniz hala üzgün ve hırçındı. Gitmedim, yürüdüm boş kumsalda ve gözüm iskeleye takıldı. Boylu boyunca iskeleye uzanmış, hırçın dalgaların yüzüne sıçrattığı su damlalarını umursamadan içine çektiği sigarayı, sigaranın külünü taş zemine serpişini, dumanın sıçrayan su damlalarının arasından havada dağılışını uzun uzun seyrettim.
Dizlerimin üzerine çöktüm. Kafasını o taş zemine üç kez sertçe vuruşunu, ard arda yaktığı sigaraları, iskelenin ucuna kadar gelip gözlerini kapatışını fakat bir anda vazgeçip üç adım geri gelişini ve son olarak yere yığılışını izledim. O gece orada kaldı bense onu seyrettim. Sabah uyandığımda o yoktu. Her deniz kıyısına gittiğimde oradaydı. Oturur onu seyrederdim ama o hiç beni fark etmedi. Tam iki ay olmuştu onu izlemeye başlayalı ve ben bugün gittiğimde onu o iskelede izlemek istiyordum. Deniz sessizdi bugün, insanlar ise gürültülü. Umudum vardı. Orada olacağına dair sadece küçücük bir umut. Gelmemişti. Oturdum kumsalda boş iskeleyi izlemeye başladım.
İnsanlar o adamı fark etmedikleri gibi bu iskeleyi de fark etmediler. Unutulmuş bir iskelenin unutulmuş bir adamı vardı. Tam iki hafta devirmiştik onsuz. Bugün ben çıkacaktım o iskeleye, ben uzanacaktım onun yerinde. Onu gördüğüm günki gibiydi deniz; kırgın, kızgın, hırçın. Ama bu sefer kaçışan insanlar yoktu. Deniz yalnız, insanlar sessiz... O yine yoktu. Tek başıma yürüdüm taş iskeleyi. Titreyen vücudumla uzandım uzandığı yere ve gözlerimi kapattım. Denizin yalnız ve hırçın sularının yüzüme vuruşunu hissettim. Kafamı tam üç kez taş zemine vurdum. Ayağa kalktım ve iskelenin kenarına geldim. Tek ayağımı öne uzattım, onun hissettiklerini hissetmek istedim. Bir iki adım geri geldim ve yere bıraktım kendimi. Hıçkırarak ağlamaya başladım.
Onun hakkında tek bir şey biliyorum. O, bu şehrin unutulmuş iskelesinin unutulmuş adamı.
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre