Devrik cümlelerimle başlıyor sözlerin büyük harflerine. Altın kafese konulmuş bir kuş gibi kayıyor ruhum,kimi zaman geliyor yerine. Doyamadığım bakmaya; kıyamadığım dokunmaya gibi benzetmeler yaptığım ülkemin en az bir şehri kadar seviyorum seni. Her zaman özel bir kalpte daima özlenen bir dille anıyor seni hücrelerim. Canımı yakacağına hücrelerim senden hoşnut oluyor. Yakınıma konmuş bir evse varlığın,ışığın yıldızlardan farksız.. Hiç doyamayacağım bir sevginin sende emanet bulunduğunu tekrar belirtmek isterim... Sevmediğim üç noktalarımın sende hizaya gelmemesini de.. Nasıl tasavvur edilir,hangi betimlemeler yaraşır hassas dokuna bilemiyorum. Sırf seni anlatırken, bazen çok az şey bildiğimi düşünüyorum. Hoşgör bu anlattıklarım, yapabileceğimin en iyisi. İçimde canlı bir hüzün barındıryorsun. Varlığın olsun, yokluğun olsun hüznümün üzerine toprak atacak mahiyette fiiller değil..
Çevremde görmediğim çok çeşit çiçek varlığından zihnimin hür bahçesine sığınırım. Asmaları parmaklıklar olan...Bu yüzdendir de, sen yine de beni anlatamayışı. Öznenin yüklemin bir türlü yerini bulamayışı... Diyorum ya; benim devriğim senin tek harfin. Küllerinden doğan bir çiçek düşün, varlığının kokusu tek kendini doyuran.. Bencillik diye düşünürsen de ne yapayım? Gücüm yetmiyor bundan ötesine. Çiçeğimin kokusundan kendime taç yaptığım burnum, kendimden başkasına ısınmıyor. Koklamıyor kendinden başkalarını. Ne kadar da güzel küllerin var öyle. Her papatyanın ölüşünde tekrar yeşeresi gelir. Seni gördüğü müddetçe kelebeğin kaplumbağayı kıskanası gelir. Silik bir resim çiziyorsun gök yüzüme. Silüetini güneşin gölgesinden alan, bir fincan çay gibi üzerine dökülmüş kağıdın güneşinde, bir görüntü sunuyorsun. Göklerden geliyorsun. Yerlerde olsan yazmaz seni kimse. Kıymetini bilirler mi sanıyorsun? Seni kelimelere bırakmazlar. Seni tüketecek kadar çabuksun hayatlarında. Seni sindiresim geliyor. Tüm bu çabalarım yarışmacısız koşu parkurunda koşmak gibi.
Ne yapayım, sende gördüğümü görseydi herhangi bir kimse benden daha iyi anlatabilirdi seni. Aramızda kalsın ama hâla seni benim nazarımla görememişler. Demiştim silik bir resim olduğunu. Biliyorsun, netlik çabalatmaz zaten. Yazdırmaz, çizdirmez. Biliyor musun insanlar çoğu şeyi bu yüzden kaybediyorlar. Her şey hayatlarında o kadar net ki... Net olan şeyleri anlatmak icab etmiyor. Netlikler hüzünde vermiyor zaten. Dişlerin olsa onları göğe serpilen yıldızlara benzetirdim. Bana her gece gülen, oldukça parlak nesneler. Ve ancak dünya yıkılıncaya dek sürecek olan bir şölen.
Hiç bir zaman ölmeyeceğini söylemeliyim. Çünkü hiç doğmadın. Doğmadın ki ölüme gebe olasın. Sen çok farklı bir şeysin. İşte bir karmaşık ipler var hayatımda. Sen onlardan uzak bir gezegensin. Belirgin değilsin ama, yok da değilsin. Seni daha fazla yazamam. İnsanlara seni benim gibi görme gücünü daha fazla aşılayamam. Buna kıskançlık mı dersin bilmem. Ben korumacılık derim. Karardı yine lambalar, söndü şehrin ışıkları. Yanan tek şey şimdi, bir sokak ötede abisi ölen hanım ablanın yüreği... Eşi ölen teyzenin yüreği. Fakat sen hala arsızca geziniyorsun. Hala dişlerini görüyorum. Ne kızabiliyorum, ne sevebiliyorum. Sen benim hayatıma çizilmiş bir çocuk resmisin. İlk ve uzun vadeli kavradığı şeyleri çok acemice fakat çok değerlice hemen kağıdına çizen bir çocuğun çizdiği ürkek çizgilerden ibaret bir hayat güneşisin...
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre