Bu bölümde öğüt vermek ya da bir düşünceyi anlatmak değil niyetim. Gördüğüm yani birebir şahit olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. Bu durumu bilen kişi sayısı sayılı olsun istemediğimden, sizin de haberdar olmanızı istediğimden dolayı yazacağım bu anımı.
Uzatmadan hızlı bir şekilde giriş yapmak istiyorum. O zamanlar Esenşehir’de oturuyorduk. Ben ilkokul 4’ü yeni bitirmiştim ve yaz tatilinde idik. Yeni taşındığımız zamanlardı ve “Hoş geldin”e gelen bazı komşularımız olmuştu. Bu artık çok fazla görülen bir durum değil. Aynı apartmanda bile yıllarca oturup birbirlerini tanımıyor insan. Bu tür değerlerin kayıp olmaya yüz tutmuş dönemleri idi işte. Bize “Hoş geldin”e gelen komşularımız arasında iki çocuklu, Şirin adında, genç bir kadın vardı. Annem ilk başlarda hoşlanmıştı bu kadından. Çünkü görünüşte herkes çok iyidir. Arkadaşca davranıyordu, pişirdiği yiyeceklerden bize de getiriyordu, ikram ediyordu. Kasıntı değildi, rahat davranıyordu. Fiziği güzel denecek kadar düzgündü. Pek annelik ile ilgisi yoktu. Çocukları ile ilgilenmezdi. Aklı fikri sohbette gülmekte idi. Bir kızı bir oğlu vardı. Oğlunun adı Süleyman’dı. Zavallı Süleyman! 5 yaşında bile yoktu biz onu tanıdığımızda. Öyle suskun, öyle mahcuptu ki… O kadının yanında öyle ezikti ki… Bu ezikliğinin sebebi üvey anne elinde olmasıydı. Kadının öz oğlu değildi. Eşinin ilk eşinden olan çocuğuydu. Koca bir kadın küçük bir çocuktan ne isteyebilir?
Süleymancık anne şevkatine muhtaç, her çocuğun yaptığı ufak şımarıklıkları saymaz isek uslu denebilecek bir çocuktu. Buna rağmen sürekli dayak yer, azar işitirdi. Gözümüzün önünde olurdu çoğu. Yaşım küçüktü bir şey desem bile demekten öteye gidemezdim. Şimdi ki yaşım olmuş olsa idi o çocuğa her türlü sahip çıkardım. Anne olup annelik vasfına erişememiş o kadın kızını kayırır Süleyman’ı döverdi. Yemek yedirirken çatalı bile bile gırtlağına batırırdı. Gözleri dolardı, küçük küçük “Ah” diyebilirdi sadece, korkudan ağlayamazdı bile. Sürekli dilinize, gırtlağınıza çatal batırılarak yemek yedirildiğinizi bir düşünsenize! Ve üzerine durup dururken oturduğunuz yerde, hiç bir şey yapmaz iken üvey anneniz herhangi bir şeye kızdığında sinirini çıkartmak için sizi dövdüğünü!
Bakın ne anlatacağım. Süleyman’ın bu halinden bütün mahalle haberdardı. Ve inanır mısınız bundan zevk alan bile vardı. O çocukcağız dayak yerken gülen vardı ya. Ve bunun da adı insan benim de. Bir gün bütün mahallenin çocukları dışarıda oyun oynuyoruz. Süleyman da bizimle. Küçük çocuk işte. Aldı bir tane taş, oda çakıl taşı yani attı bir arabanın kapısına. Arabanın alarmı öttü. Biz “Süleyman yapma. Sahibi gelir kızar.” diye çocuğu uyarırken yan komşumuzun oğlu Ramazan, Şirin'in yanına gitmeye kalktı. Hepimiz engel olmak istedik. “Gitme döver. Yazık günah bir şey olmaz.” dedik ama dinlemedi. Şikayet etti. Ve bunu olacakları bile bile yaptı. Kadın geldi önce Süleyman'a bağırdı. Ramazan da o sırada bize döndü kıs kıs güldü ve “Bak şimdi nasıl dayak yiyecek.” dedi. Şirin çocuğun kolundan tuttuğu gibi yere çaldı. Ve o şekilde evinin bahçesinde sürüklemeye başladı. Bir yandan sürüklüyor bir yandan da yüzüne tokat atmaya devam ediyordu. Bir yığın çalı çırpı battı çocuğun bacaklarına. Öyle acı bağırarak ağlıyordu ki… Ve o insan sıfatlı şeytan gülmeye devam ediyordu. Bir yerden sonra daha fazla bakamadım Süleyman’ın o haline. Herkesin tadı kaçmıştı. Sonunda evlere dağıldık. Böyle vicdansızlığı yapanlar var bir de bu vicdansızlıkları tetikleyenler var.
Bir gün de yine bize bir ikramlık getirmişti kabı bizde kalmıştı. Götürmeye gittim. Kapıyı çaldım evde yoktu. Süleyman açtı bana kapıyı. Çocukların ikisini de bırakmış bir yere gitmiş. Süleyman 5 yaşında kızı 2. Kimi kime emanet etmiş. Kabı mutfağa bıraktığımda bir şey dikkatimi çekmişti. Süleyman’ın üzerinde kıyafet yoktu. Bir penye giymişti fakat altı çıplaktı. Ve “bana su ver.” demişti. “Bana su ver annem vermiyor”. “Neden?” diye sorduğumda “Altıma işiyorum diye vermiyor ama ben çok susadım.” demişti. Lanet olsun. Vicdan azabımın sebebidir o gün. Üzüntümden mahvoldum. Kendimi sorumlu hissettim. Çünkü düşündüm. Evet! Su vermek istiyordum ama ya tam üzerine gelseydi. Ya Süleyman su içerken içeriye girse idi. Bana kızmasını düşünmedim inanın. Sadece o ana tanık olursa neden istedin deyip çocuğu dövebilirdi. O zaman daha büyük vicdan azabı duyabilirdim. Çok kararsız kaldım ve sonunda “Birazdan annen gelir sana su verir bekle.” diyebildim ve çıktım. Arkamdan cama çıktı ve seslendi “Bana su ver lütfen.” Duymamazlıktan geldim ve eve gittim. Hala bile verse miydim diye düşünüyorum. O kadar kahroldum ki olayın üzerinden 10 yıl geçti hala o anın vicdan azabını yaşıyorum. Ama ben Süleyman için değil, görüp de çocuğu dövmesin diye vermedim. Süleyman bunu hiç bilmeyecek ama ben onun iyiliği için vermedim ya da ben böyle diyerek kendimi iyi hissetmeye çalışıyorum. Ah Süleyman! Kim bilir şimdi ne halde.
Anasını tanımıyordu bile kardeşlerini de alıp kaçmış kadın. Babası da bir halt değildi. Aklı fikri karıda kızda idi. Harap oluyordu çocuk. Koca koca insanlar vardı herkes susuyordu. Kimse şikayet etmiyordu. Herkes rahat uyuyordu. Aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı ya da aman karışmayalım başımıza iş alırız mantığı işte. O çocuğun ruh halini, içindekileri düşünen; empati yapan yoktu. Yaşım küçük olmasaydı susmazdım. Nasıl şimdi özgürce yazıyorum o zaman da özgürce konuşup sahip çıkardım. Şimdi nerededir ne yapar bilmem. Kim bilir belki onu da bulurum. Muhtemelen o Şirin denen kadın ileride Süleyman’ın eline kalır. Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor ise herkesten büyük bir adalet var ise bu olacaktır. İnşallah da öyle olur. O çocuğa vurduğu elleri inşallah bir gün ona el açar, muhtaç olur. O zaman utanır işte. Yaptığı kötülüğe karşı gördüğü iyilikten dolayı vicdan azabı çeker. Süleyman! Emin ol çocuğum senin için çok dua ediyorum. Beni hatırlamazsın belki. Ama ben seni unutmayacağım.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre