Çocuk annesine uyan diyordu. ‘Uyan anne ölmedin de mi?’. Annesi kalkıyordu yattığı yerden ve gülümsüyordu çocuğa. ‘Ölmedim yavrucuğum.’ Çocuk şaşkın ve sevinçli ‘Ama öldüğünü söylediler’. Anne her şeyin farkındaymış gibi ‘Şaka yaptım. Ben seni hiç bırakır mıyım?’ Çocuk yeni doğmuş gibiydi. Mutluluktan havalara uçtu deyimi onun için mutluluktan uzaya çıktı olarak değişebilirdi. Fakat bir taraftan da aklı dündeydi ve içini kemiriyordu dün yaşadıkları.
Okuldan eve mutlu dönüyordu çünkü sınıf öğretmeni ona pekiyi vermişti ve o da bunu, eve gelip annesine anlatacaktı. Merdivenleri birer ikişer çıkıyordu dairelerinin bulunduğu 3. kata yaklaşırken, onun da ağzı kulaklarına yaklaşıyordu annesiyle mutluluğunu paylaşacağı için. 3. Kata geldiğinde karşılıklı iki dairenin de kapısını açık buldu. Hayatında bir arada görmediği kadar ayakkabı vardı. Karşıdaki dairede teyzesi oturuyordu. Her sabah kahvaltıya karşı daireye geçerdi. Annesi ondan önce kalkmış, karşıya geçmiş olurdu. Bu sabahta aynı şeyi yapmıştı fakat annesini görememişti. Teyzesi ‘anneni baban hastaneye götürdü’ demişti. Bu duruma alışıktı. Çok defa annesini ambulans ile hastaneye kaldırıldığına şahit olmuştu. O yüzden annesinin eve geldiğini düşünmüştü. Ayakkabıları görünce şaşırmıştı ama sadece çokluğuna. Önce kendi evine girdi. Küçük odanın ışığı kapalıydı. Normalde bu odada otururlardı. Annesi, ona oturma odası derdi. Sonra salona doğru ilerledi nam-ı diğer misafir odası. Evet misafir odası isminin hakkını vermişti bugün. 7 yıllık hayatında tanıdığı bütün erkekler burdaydı herhalde.bu kadar kalabalığı görünce bir düşünce belirdi aklının köşesinde. Odaya ürkek adımlarla girdi. O odaya girer girmez. Bir sessizlik oldu. Bütün gözler onun üzerine çevrildi. O da yavaş adımlarla babasının yanına doğru yürüdü. Biraz oturdu babasının yanında. Havada o çocuk ruhunun hissedebileceği kadar kötü bir koku vardı. Biraz oturduktan sonra karşı daireye geçmek istedi. Erkekler burdaysa bayanlar karşıda olmalı. O zaman annesi de orada olmalı.
Yavaş adımlarla kalktı. Sanki kimse onu görmüyordu. Ya da o öyle hissetmek istiyordu. Karşı daireye geçtiğinde evet tahmin ettiği gibiydi. Bayanlar karşı taraftaydı. Teyzesini gördü. Annesinin en büyük ablası. Başına tülbent bağlamıştı. Kendini yerden yere vurarak ağliyordu. Diğer teyzeleri onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. O arada çocuğun geldiğini söylediler teyzesine. Ağlama dediler. O an teyzesiyle göz göze geldi. O anı küçük yüreği kaldıramadı ve hemen gözlerini kaçırdı. Daha sonra tedirgin adımlarla o odadan uzaklaştı. İşte tam bu sırada aklının köşesinde beliren o düşüncs belirginleşmeye başladı. Hemen o düşünceden uzaklaşıp evi gezmeye devam etti. Onu gören herkes sanki ünlü biriymiş gibi sadece ona bakıyorlar ve susuyorlardı. İmza da isteseler kendini ünlü biri sanacaktı.
Ne kadar aradıysa da annesini göremedi. Artık belirginleşen o kötü düşünce iyice kök salmaya başladı zihninde her ne kadar kabul etmek istemese de. Tekrar babasının yanına döndü. Babasına bir şey sormalıydı evet aklındaki düşünceyi sorup, yanlış olduğunu öğrenmeliydi. Babasını yanına çağırdı. Karanlık bir odaya götürdü. Burası kendi odasıydı. Niye oturma odasına götürmedi? O da bilmiyordu belki burası misafir odasına en uzak yer olduğu içindi. Misafirler soracağı şeyi duymamalıydılar. Belki de burası kendi odası olduğu için burada güçlü hissediyordu. Çünkü güçlü olmalıydı yoksa soramazdı sorusunu. Babası ışığı açmaya yeltendi. Çocuk engelledi. Işığı açtırmadı. Kimse duymamalıydı soracağı şeyi. Hatta kendi bile. Sormaya yeltendi. Ama ağzından kelimeler çıkmadı. Halbuki salondan odaya gelene kadar zihninde çevirmişti soracağı şeyi. Nasıl sorabileceğini düşünmüştü en kolay şekilde. Direkt sormaya karar vermişti ama işte olmadı. En kolay olduğuna kanaat getirdiği bu yol bile çok zordu. Vazgeçti sormaktan . babası sor oğlum dedi. Ama o soramadı. Babası da fazla ısrar etmedi. O da korkuyordu herhalde sorudan. Babasını tekrar salona gönderdi.
Şimdi ne yapacaktı. O da bilmiyordu. Aslında sorunun cevabını biliyordu . ama duymak istemiyordu. Çünkü büyük birinden duyarsa kesinleşecekti. O çocuktu ne de olsa. Ne kadar emin olursa olsun yanılabilirdi. Ama büyükler yanılmazdı. Bir odada durmamaya karar verdi. Hep dolaşacaktı iki dairede de. Çünkü eğer bir yerde devamlı durursa konuşmaları duyardı ve kesinleşirdi aklındaki düşünce. Ne de olsa o geldiğinde susuyorlardı. Sadece ona bakıyorlardı. Böylece misafirler gelene kadar dolaştı.
Misafirler gitmişti artık. Teyzeleri ve onların çocukları kalmıştı. Hepsi ondan büyüktü. Artık kaçacak bir yeri de kalmamıştı. Evdeki insan sayısı azalmış ve kimin olup olmadığı rahatça görülebiliyordu. Annesi yoktu. Belki hastanededir diye kandırıyordu kendini. Çünkü çok kere hastane de yattığını biliyordu. Ama hiçbir seferinde bu kadar çok misafir gelmemişti geçmiş olsuna. Bu sefer başka bir şeydi. Biliyordu herşeyin farkındaydı ama kendine bile söyleyemiyordu. Başkasına nasıl sorsun.
En büyük teyzesinin en büyük oğlu. Onu balkona çağırdı. O da gitti. Gitmek istemiyordu ama kaçacak yeri kalmamıştı. Yalnız kalmışlardı. Hatırladığı tek cümle şuydu ‘anneni Allah çok sevdiği için yanına aldı.’ Akşamdan beri o da biliyordu bunu. Keşke söylemeseydi. Ağlamaya başladı. Artık etrafa şelalenin arkasından bakıyordu. Hiç böyle ağlamamıştı herhalde. Evet annesi ölmüştü.
Dün en son bunları hatırlıyordu işte. Ama şimdi annesi ölmediğini söylüyordu. Şaka yaptım diyordu. Rüya mıydı hepsi. Evet evet rüya olabilirdi. Dün yaşadığını zannettiği şeyler gece gördüğü rüya olabilirdi. Yani o eve gelenler, o ayakkabılar. Zaten çok fazla vardı hayatında hiç o kadar ayakkabı görmemişti ki. Ancak rüyada görülecek cinstendi. Hem kimse konuşmamıştı onunla. Herkes susmuştu onu görünce. Rüya olmasaydı konuşurlardı. Evet evet annesine sormalıydı. Dünkü yaşadığını zannettiklerini. Çocuk annesine doğru dönmek istedi. Döndü ama annesi yoktu. Ama daha demin buradaydı.
Gözlerini açtığında yatağındaydı. Gerçeği anladı. Dün olduğu gibi bir kez daha gözyaşları yağmaya başladı gözlerinden yanaklarına doğru.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre