Ve merhaba demiştim yeni bir hayata. Ellerimde yepyeni umutlarla başlamıştım ve "günaydın" demiştim herkesin korktuğu güneşe.Geceyi bile yenebildiği için herkes korkabiliyordu ondan.Peki benden? Benden korkan hiç mi yoktu? Ben de kendimi yenebilmiştim oysaki fakat bunu hiç kimse fark etmemişti yine.Tıpkı beni fark edemedikleri gibi. Büyük bir neşe ile yatağımdan kalktım, dağılmış saçlarımı iyice dağıttıktan sonra gerindim ve yüzümde benim bile anlamlandıramadığım bir tebessüm ile hayallerimdeki adama baktım. Aslında ondan ziyade onun olması gereken yere.Hani her zaman boş olan ve olacak tarafa... Sanki onun yanağından öpüyormuşum gibi yastığımı öptüm. Yeniden nefes almaya ihtiyacım olana kadar sıkıca bastırdım kuru dudaklarımı onun pürüzsüz cildine. Bana gülümsemişti yeniden göz göze geldiğimizde. Bu bakışlarını seviyordum. Bana kim olmam gerektiğini hatırlatıyorlardı. Onun da sırıtmasını ve hatta bana," Gel ve biraz daha uyuyalım, deli sevgilim." demesini bekledim fakat demedi. Biliyorum beni düşünüyordu.Çok önemli olmasa da bir toplantım vardı ve gitmemi istiyordu. Sanırım beni benden daha çok seven bir sevgilim vardı.Gülümsemesi ile bütün dünyayı hatta aylardır üzerinde araştırma yapmaya çalıştığım evreni bile hiçe sayabilirdim.Fakat o, o kadar alçakgönüllüydü ki buna dahi izin vermiyor ve bana yaşamam için sebepler yaratıyordu. Yastığımın pürüzsüz yanaklarından son bir kez daha öptüm ve hazırlanmak için banyoya doğru bir yolculuğa başladım. Saçlarımı, ince tellerinden yaşlandığımın kanıtı olan beyaz tellerin hayatı umursamazcasına aktığı saçlarımı taradım. Aslında edebi bir yaklaşımı bırakıp da daha dikkatle aynaya baktığımda saçlarımı boyatma zamanımın geldiğini anladım. Yeniden beyaza boyatacaktım. Siyahtan nefret ederdi iyi tarafım. Genç olmayı, düşüncesiz bir serseri olmayı sevememişti hiç. İçindeki deli bir çocuğa rağmen yine de büyük olduğunu ispatlamak için beyaza boyattırıyordu saçlarımı. Aynada ben kendimi bu denli izlerken arkamda beni dikizleyen sevgilimi fark etmemiştim. Az önce pürüzsüz olduğunu sandığım yanaklarında sakalları çıkıvermişti sanki aniden. Gözlerindeki kırmızılık, akşam yine bizim için çalıştığının kanıtıydı. Bu adamı seviyordum. O da beni seviyordu ayrıca. Çünkü ben böyle hayal etmiştim. Bana bakıyordu. Benim sevdiğim adam, ölümü göze alabileceğim adam bana bakıyordu aşk ile. Ben de ona bakmak için, onun bal rengi gözlerine bakabilmek için arkamı döndüğümde çoktan gitmişti. Nasıl ya?! Sadece saniyeleri hatta saliseleri almıştı arkamı dönmem. Nasıl bu kadar kısa bir süre içinde kaybolabilirdi ki? Ardından her zaman yapabildiğimi yaparak yani gülümseyerek devam ettim işime. Lenslerimi takmak bana her zaman işkence dolu bir iş olarak gelmiştir. İnsanlar bir çift gri göze bakmaktan korkuyorlardı. Daha sonra ben de onlardan korkuyordum. Bu yüzden, ilk taşlanmamdan sonra lens kullanmaya başladım. Koyu bir çift gözüm vardı iki dakika sonra. Siyah... Bir çift siyah göz. İnsanlar gözlerime odaklandığında o kadar çok şaşırıyorlardı ki. Onların yüzlerindeki bu şaşkın ifadeyi görebilmek beni her zaman çok mutlu ediyordu. Siyah göz normal şartlarda olmayan sadece göremeyen insanlara özgü olan bir durum olduğu için, görebildiğimi gören herkes yüzündeki çocuksu ve aptalca olan o ifadeyi saklayamıyordu. Ben de bu durumdan istifade edip hayli eğleniyorum onlarla. Biran aklıma sevgilimin nasıl tepki verdiği sorusu geldi.Fakat cevap veremedim kendime. Nasıl ve ne zaman tanıştığımızı da hatırlayamadığımı fark edince derhal bir tanışma öyküsü yazmaya karar verdim. Bizi hikayesiz bırakmak bir balığı susuz bırakmaya, bir amacı da süreçsiz bırakmaya benzerdi.
Karanlık bir odadaydım. Ellerim bağlanmıştı. Gözlerim de elbette ki. Yalnızlığımı bu kadar içten yaşatan insanı çok merak ediyordum.Canımı her defasında hiç üşenmeden acıtan bu insan kim olabilirdi ki!? Karanlık... Ruhumu ele geçirmeye başlamıştı şimdiden. Kıskaçları arasına alıp, boğazımı sıkıyor ve bütün nefesimi içimden çekip almak istiyordu. Bunu yapmak için de kolları sıvamıştı çoktan. Korkunun ne olduğunu ve ne zaman geleceğini ve hatta gelip gelmemesi gerektiğini dahi bilmiyordum. Tek bildiğim şey bu karanlıkta daha fazla dayanacak gücümün olmamasıydı. Ben bu düşüncelerimin eşliğiyle tanımadığım bir şeyle boğuşurken aniden gür ve güçlü bir ses, keskin bir bıçak gibi delip geçti bu ölüm sessizliğini. " Ölüm..." diye fısıldıyordu bir ses.Bir o kadar tanıdık ve bir o kadar yabancıydı. Benim onca emrime rağmen bir çözüm üretmeyen beynim, bu sesin tek emri ile ellerimi çözmem için yapmam gerekenleri yaptırtmaya başlamıştı. Ardından da ellerim, gözlerimi açmıştı. Evim mi? Ne yani ben o kadar zaman evimdeydim ve kendimi bu kadar yalnız mı hissetmiştim? Neler olduğunu anlayamıyordum.Bir güç, beni öylece yönlendiriyordu emirleriyle. Kendimi bir ayna karşısında buldum bir zaman sonra. Aynadaki yansımamın benim aksime daha sert ve daha beyaz baktığını fark ettim. Gri renginin hakim olduğu gözlerde şimdi sadece koca bir boşluk vardı. İşin komedi tarafı ise korkmuyordum. Aksim ben daha ağzımı bile açmadan konuşmaya başlamıştı. Kendimi , kendi içimde hapis ettiğimi anlamam epey zamanımı almıştı doğrusu. İçimde bir yerlerde uyuyan "o" uyanmıştı. Bunu fark etmem de epey bir zamanımı almıştı.
- Beni özlemedin mi İlda?
- Ha...Hayır.
- Peki ölümü? Öldürmeyi? -
E..Hayır!
- Hadi ama İlda! Kimi kandırıyorsun ki? Ne yani Nazya'ya yaptıklarından aldığın hazzı ne çabuk unuttun?
-Ben kimseye bir şey yapmadım!
-Cık cık cık... Yanlış cevap sevgili dostum. Sen Nazya'yı...
- Öldürmedim! Benkimseyi öldürmedim!
-Aaaa! Öldürmek mi? Ben onu söylemeyecektim İlda.Ahahahah! Burdan da anlamamız gerektiği üzere sen de özlemişsin öldürmeyi ve...
- Hayır!
-Onların kanını içmek nasıl da lezzetliydi hatırlasana.
-Hayır!
-Gözlerini yuvalarından çıkarttıktan sonra o irislerde kalan son bakışları hatırla!
-Hayır! Ben kimseye bir şey yapmadım!
-Ölüm İlda. Ölüm... Kanlı bakışları ve ölümü hatırla İlda. Ölüm...
-Hayır!
Kalbimin çarpıntısının, sessizliği delip geçtiğini duyabiliyordum. Göğsümden çıkmak ve belki de uçmak istercesine o kadar hızlı atıyordu ki! Nefes almamı engelleiyor gibiydi aynı zamanda. Korkmak... Uyanamamaktan korkmak hiç bu kadar etkisi altına almamıştı beni.Etrafıma baktım nerede olduğumu kavrayabilmek için. Odamda ve yatağımdaydım. Her şey fakat her şey o kadar hızlı hareket ediyordu ki! Sanki gezinirken suç üstü yakaladığım eşyalarım ve hayali dostlarım onları fark etmemem için hızlıca yerlerine geçiyorlardı. Sadece birkaç saniye sürdü bütün bu olanlar. Daha sonra herkes yerli yerindeydi.Odama son bir kez daha baktığımda açık olan camı fark ettim. Yatağımdan yavaşça kalktım ve camı kapattım. Fakat rüzgarın fısıldadığı son ses beni yeniden bir karmaşaya itmişti.Ellerimin aniden güçsüzleştiğini, gözlerimin karardığını ve hayatın uçmaya hazır tutsak bir kuş gibi kanatlandığını hissettim. Rüzgar fısıldamıştı, "Ölüm..." Beynimin içinde anlamsızca dolaşan bir ses beni etkisi altına almak için çabalıyordu adeta. Bu sefer buna izin veremezdim. Kendimi bu kadar kaybedemezdim.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre