Cevapsız Mektup

Baba, bu sana göndereceğim kaçıncı mektup?

Hani en erken kuşlar ulaştırırdı özlemleri, hasretleri, üzüntüleri.

Yoksa yaşadığın yerde kuşlar ötmüyor mu? Kanat çırpmıyor mu?

Baba hani bana anlatırdın ya bir masal. Bir kuş varmış. Ömrü altı aymış.

Ne zaman kanatlarına özlem, hasret, üzüntü yüklense dayanamazmış.

Sana ulaşamadan ölen kuşlar kırlangıç mı baba?

 

Sana ulaşamadan kuşlarımı mı boğazlıyor kurtlar yoksa?

 

Bir kurda kaç kuş düşüyor baba?

 

Kimseye güvenemiyorum.

Kaç kuş göndersem memleketine ulaşmıyor ve eksik olmuyor kara bulut, yağmur…

Üzülmeden edemiyorum.

 

Ağlıyor musun baba? Haberim sana ulaşamıyor da omuzlarını mı düşürüyorsun?

 

Ahh… Bir bilsen ne kadar özledim ettiğimiz muhabbetleri.

Geçenlerde kızmama çıktığın ağaçta kızaran bir elma gördüm.

Canım çekti… Yoksun diye almadım, alamadım; sadece ağladım…

Son kez baktım ve uzaklaştım.

  

Arada bir Hasan Emmi harçlık veriyor. Harcamıyorum. Biriktiriyorum.

Postacı gelince ona vereceğim. Ne zaman görsem yürüyor.

Kendisine bir bisiklet alsın daha sık uğrasın, haberlerini daha çabuk getirsin,

Halime acısın da mektuplarımı ben arkamı döndükten sonra anneme vermesin diye.

Baba. Bugün pervazıma bir kuş kondu. Kırlangıç. Son günüymüş. Birkaç kez öttü öldü…

 

O kuşu pervazıma annem mi kondurdu?

 

Dar ağacı ne demek baba?

 

Selam söylemeden çekip gitmek mi?

 

Caminin imamına sordum.

Neden bana: “Birbirine bağlı üç direk ve arasından sarkan bir ip.” dedi?

Ve neden “Başka?” diye sorduğumda: “Sallanan bir başla, kaskatı kesilmiş bir beden.” dedi?

Anlamadım. Doğrusu anlamak istemedim. Kuşlar ve postacı sonuçta hepsi yalancı.

Senin geri gelemeyeceğini söyleyen annem bile...

Eğer gelmezsen (ki buna inanmam) ben de çıkarım elma ağacına.

 

Sonra… Sonra… Sonrasını boşver baba.

 

Biliyorum geleceksin ve elime bir tane şeker sıkıştırıvereceksin…


(2010)