Endülüs Diyarı: İspanya

ENDÜLÜS DİYARI: İSPANYA

İspanya Avrupa’nın güneybatısında İber yarımadasında yer alan bir Akdeniz ülkesi… Yüzölçümü 504.000 kilometrekare. 1986’dan beri AB ve 1982’den beri de Nato üyesidir. Köklü bir geçmişe sahip olan İspanya’ya 711’de Afrika’dan gelen Müslümanlar 8. asırdan 10. asra kadar kuzeydeki birkaç bölge dışında hakim oldular ve burada Endülüs medeniyetini kurdular. 11. yy’da bu ülkenin iç karışıklıklarından faydalanan Hıristiyanlar kuzeyden başlayarak yarımadayı tekrar ele geçirmeye başladı. 1276 yılında Müslümanların elinde yalnızca güneydeki Granada kalmıştı.

1492 yılında Müslümanların son kalesi Granada Devleti yıkıldı. Aynı yıl Kristof Kolomb İspanyol hükümdarının maddi desteğiyle Amerika’yı keşfettiği ünlü gezisine çıktı. Bu yolculuk, İspanya’nın dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmasını sağladı. İspanyol askerler hediyelerle karşılayan yerlilere köleleştirme, işkence ve soykırım yaşattılar.

1588 yılında İspanyol Armada’nın İngiliz donanmasına yenilmesini takip eden taht ve din kavgaları sonunda İspanya zayıflayarak çökmeye başladı. 1640’ta Portekiz’i, 1714’te ise Avrupa’daki bazı topraklarını ve Cebelitarık’ı kaybetti.

1. Dünya Savaşında İspanya bütün davetlere rağmen tarafsız olarak kaldı; fakat savaştan büyük ölçüde etkilendi. Fransa İspanya’nın bazı topraklarına saldırıp işgal etti. 1939 yılına kadar iç savaşlarla boğuşan İspanya’ya 1939’ta iç savaşın sona ermesiyle Franco devlet başkanı oldu.

2. Dünya Savaşına da katılmayan İspanya’da ordunun desteğiyle Franco savaştan sonra da yerini korudu. 1975 yılında Franco’nun ölümüyle 1977 yılında ilk defa genel seçimler yapıldı. Bundan sonra demokratik bir süreç başlamış oldu.1982’de Nato ve 1986’da da AB üyesi oldu.1978’de yapılan anayasaya göre İspanya 17 özerk devlet ve iki özerk şehre ayrıldı. Ayrıca İspanya 50 ilden oluşmaktadır.

Dünyanın en büyük 8. Ekonomisine sahip olan İspanya’nın 45 milyon civarında nüfusu var. Nüfusun yarısı çalışan insanlardan oluşmaktadır. Kişi başına düşen GSMH yaklaşık 33.000 dolardır.

İspanya hakkında genel bir bilgi verdikten sonra beş günlük Endülüs gezimizle alakalı izlenimlerimizi aktarmaya başlayabiliriz. Endülüs; bugün Malaga, Sevilla, Cordoba(Kurtuba) ve Gıranada’yı içine alan bölgenin adı. Endülüs Emevi Devletinin en son kaybettiği topraklar..

Dört saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Malaga Havaalanına iniyoruz. Malaga bir sahil şehri. 566 bin nüfusuyla İspanya’nın 6. büyük şehri. Çok düzenli bir yerleşim planı ve şehirleşmesi var. Caddeleri geniş ve ferah. Yol kenarlarında inanılmaz çoğunlukta ağaçlar göze çarpıyor. Her apartmanın altında otopark mevcut. Adamlar 30 yıl sonrasını düşünerek yatırımlarını yapmışlar. Malaga, sahil şehri olması ve bol turist çekmesiyle bizim Antalya’yı andırıyor.Ocak ayının ortalarında olmamıza rağmen denize giren insanları görüyoruz.

Malaga’nın tek camisi olan Malaga camiine gidip öğlen namazını eda ediyoruz. Bu camii vakit namazları dışında kapalı. Cemaat daha çok Faslılardan oluşuyor. Eskiden caminin yerinde park varmış, Belediye başkanı bu yeri cami yapmaları için Müslümanlara vermiş. Burada Belediye başkanı aynı zamanda ilin de valisi. Çok geniş yetkileri var.

İspanyolların değişik özellikleri var. İspanya’da insanlar kendilerini tanımlarken doğdukları yere göre tanımlıyorlarmış.Mesela bir insan Madrid’de doğmuşsa kendini Madridli, Malaga’da doğmuşsa kendini Malagalı sayıyormuş. Bizdeki gibi nerede doğarsan doğ, yine de babanın memleketindensin düşüncesi yok. İspanyolların ünlü ressamı Picasso ve ünlü sinema sanatçısı Antonyo Banderas da bu şehir doğumlu.

711 yılında Tarık Bin Ziyad İspanya topraklarına ayak basar. Hiçbir asker geri dönmesin diye de gemileri yaktırır. Böylece Endülüs Emevi devleti de tarihteki yerini almaya başlar.

Malaga’da kısa bir turdan sonra konaklayacağımız otelin bulunduğu ve 230 km uzaklıktaki Sevilla’ya doğru yol alıyoruz. Yolda namaz için yol kenarındaki bir restorantta mola veriyoruz. Tabii bizim Türkiye’deki gibi dinlenme tesislerinde var olan mescit kültürü olmadığı için namazımızı lokantanın boş bir alanına serdiğimiz çarşafın üstünde eda ediyoruz sırayla. Namazdan sonra bazılarımız İspanyolların meşhur expresso kahvesini bazılarımız da yeşil çaylarımızı içtikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Sevilla’ya yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra varıyoruz. Otelimiz Hotel Silken Al Andalus, dört yıldızlı bir otel.Sabahın erken saatlerinden beri ayakta olduğumuz için epey yorulmuşuz ve hemen dinlenmek için odalarımıza çekiliyoruz.

Ertesi gün erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra Sevilla’yı gezmeye başlıyoruz. Sevilla 700 bin nüfusuyla İspanya’nın dördüncü büyük, Endülüs’ün de en önemli şehri. Avrupa’da en uzun bisiklet yolları bu şehirde. Öyle ki, kaldırımlarda belediyenin bisikletleri var, isteyenler bu bisikletleri kiralayarak gitmek istedikleri yere gidiyorlar.Sevilla’nın tam ortasında Guadalquivir Nehri akıyor. Guadalquivir Arapçada büyük nehir anlamına geliyor.Romalılar bu şehre Betis adını vermişler.712 yılında Musa ibni Nusayri komutasındaki Araplar tarafından ele geçirilir.III. Ferdinand tarafından 1248 yılında şehir Araplardan geri alınır.712-1248 yılları Sevilla’nın en ihtişamlı günleridir.Kristof Kolomb tarafından Amerka’nın keşfi ile liman bölgesi ticari bir önem kazanır ve Amerika kıtasından ele geçirilen ganimetlerin taşındığı liman olur.

Sevilla şehrinin La Liga’da iki takımı var:Sevilla ve Real Betis. Gezimiz esnasında hava sisliydi, buna rağmen sabahın erken saatlerinde spor yapan genç, yaşlı birçok insanı görüyorsunuz. İlk durağımız Amerikan Meydanı..Yine burası Türkiye’de İzmir Fuarını andıran bir yapıya sahip.İkinci durağımız İspanyol Meydanı … Bu meydan hilal şeklinde..ortasında boş, geniş bir alan.. isteyen faytonla etrafı tur atabiliyor.. yine kenarlarda bütün İspanya tarihini remzeden figürler, köşeler var.. Biz de bu meydanın anısına Cervantes’in Sancho ve Panza’yı resmeden figürün önünde resim çekiniyoruz. Oradan dar sokaklardan oluşan eski Endülüs evlerinin bulunduğu ve yaşamın hala cıvıl cıvıl olduğu sokakları geziyoruz. Endülüs evlerini gezerken, o dar sokaklarda yürürken kendinizi bin yıl öncesinin o mahallelerinde hissediyorsunuz. Endülüs’ün hemen hemen her şehrinde gördüğümüz turunç ağaçları şehre ayrı bir estetik kazandırmış. Bu ağaçlardan toplanan turunçlar İngiltere’ye gönderiliyormuş. İngilizler de bunları reçel yapıp dünyaya pazarlıyormuş ve bundan da müthiş para kazanıyormuş.

Şehrin merkezindeki Alkazar Sarayını ve Katedralı geziyoruz. Katedralın yanında eskiden cami varmış. Caminin sadece minaresi kalmış, fakat 36 kat olan bu minarenin en üst kısmına çan eklenerek tabiri caizse Hıristiyanlığa mal edilmeye çalışılmış. Bu minarenin 36. Katına çıkarak Sevilla’yı yüksekten temaşa ederek değişik perspektiflerden fotoğraflar çekiyoruz.

İspanya turizmden hatırı sayılır kazanç sağlıyor. Yılda ortalama 60 milyon turist ziyaret ediyormuş İspanya’yı. Tüm İspanya’da Türklerin sayısı 1027 imiş, buna mukabil Türkiye’de de 2 bin civarında İspanyol varmış. Türkiye’ye gelen İspanyolların büyük bir hayranlıkla geri döndüklerini öğreniyoruz.

İspanyollar yemeğe, gezmeye ve giyime çok önem veriyorlar. Alışveriş merkezleri dopdolu..Dünya nimetlerinden azami derecede istifade ediyorlar.Trafik çok düzenli, caddeler geniş ve doğayla iç içe..

Rüzgar enerjisi çok yaygın İspanya’da. Ülke enerjisinin % 56’sı rüzgar enerjisinden karşılanıyormuş.8 nükleer enerjisi varmış. 2007’den sonra her evde güneş enerjisi sistemi olmak zorundaymış, fazlasını belediye satın alıyormuş.Tarihte ilk hızlı treni, ilk denizaltıyı ve ilk helikopteri yapan İspanyollar…Hala CASA adlı kargo uçaklarının üreticisi yine bu millet..Kısacası sanayi alt yapısı sağlam..

Seat marka otomobil İspanyol menşeli, fakat Almanlar satın almış yakın zamanlarda.Zeytincilik çok gelişmiş, 505 bin kilometrekare ülke topraklarının yaklaşık 80 bin kilometrekaresi zeytinlik..

Yıllarca Endülüs Emevilerinin başkentliğini yapmış olan Kurtuba şehrine gidiyoruz. Kurtuba, 325 bin nüfusuyla İspanya’nın 12. büyük şehri.

10. ve 11. Yüzyıllarda dünyada iki önemli merkez varmış:İstanbul ve Kurtuba.Günümüzde herkes çocuklarını iyi bir eğitim alması için nasıl Oxford, Harwerd gibi üniversitelere gönderiyorsa, o zamanlarda da Kurtuba’ya ya da İstanbul’a gönderirlermiş.

Ta o yıllarda göz kamaştırıcı bir şehirdir Kurtuba. Avrupa’nın dünyaca ünlü şehirleri kirli ve bakımsız iken, Kurtuba'da kanalizasyonu, üniversitesi, hastaneleri, kütüphaneleri, bakımlı sokakları, temiz içme suyu şebekesi ve aydınlatmasıyla modern bir hayat yaşanıyormuş. Avrupa’daki ilk üniversiteler, Kurtuba’ya gelip eğitim gören öğrenciler tarafından kurulmuş. Müslümanlar döneminde Kurtuba şehrinde 1600 camii varken, bugün sadece bir tanesi kalmış ayakta. Batıda İslam Dünyasının en görkemli ve en büyük camii olarak adlandırılan Kurtuba Camii. 13. yüzyılın ortalarında Kurtuba düştükten sonra Caminin içine bir Katedral yapmış İspanyollar. Bu sırada da cami çok ciddi zarar görmüş.
Kurtuba Camii çok ihtişamlı..1. Abdurrahman yaptırmış.850 sütunu var.

Pazar günü olduğu için caminin açılışı öğleden sonra 14.00’teymiş. çünkü kiliseye dönüştürülen camide ayin varmış.Kurtuba camii ziyareti kişi başı 8 euro..Çok etkileyici bir mabet..Yüksek tavanlı..Özellikle minberi birçok mabede ilham kaynağı olmuş.Bizim Ayasofya’ya benziyor Kurtuba camii.Bir zamanlar kilise olarak yapılmış olan Ayasofya, İstanbul’un fethinden sonra nasıl camiye çevrilmişse, Kurtuba Camii’de işgalden sonra kiliseye çevrilmiş.Tek bir farkı var iki mabet arasında: Biz 1937’den sonra Ayasofya’yı müze haline getirmişiz, Kurtuba camii ise kilise olarak işlevini sürdürüyor.

Kurtuba’nın tarihi evlerini ve sokaklarını geziyoruz.Sokaklar dar ve bir arabanın girmesine müsait değil.Meşhur Fransız düşünür Rager Graudy ölmeden önce Kurtuba camii yakınlarında tarihi bir ev satın almış.İkinci eşi de şu anda burada yaşıyormuş..Müzeye çevrilmiş bu evi ziyaret ediyoruz.R. Graudy İslamı kabul ettikten sonra mahalle baskısı yaşamış..İlk eşinden boşandıkta sonra evlendiği ikinci eşiyle de mahkeme kararıyla görüştürmemişler..

Caminin hemen yakınında bulunan İşkence müzesi tüyler ürpertici. Ortaçağda daha çok Müslümanlara, özellikle de kadınlara yapılan işkence aletleri ve bu aletlerin nasıl kullanıldığı figürlerle resmedilmiş..Engizisyon mahkemelerinin marifetleri..Giyotın dahil aklın hayalin almadığı birçok işkence aleti..

Cordoba’da,-eski adı Kurtuba- bir günlük geziden sonra rotamızı son ziyaretimiz olan Pasaklı İsabel’in memleketi olan Granada’ya çeviriyoruz.Yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra varıyoruz Granada’ya.Otelimize geldiğimizde saat 19.00 idi.Çok yorgunduk ve hemen odalarımıza çekildik. Bir saatlik bir dinlenmeden sonra yemek için iniyoruz restoranta. Açık büfe olmasına rağmen yiyeceğimiz fazla bir alternatifimiz yok.Daha çok salata ve meyvelerle açlığımızı gidermeye çalışıyoruz.Tabi balık da alternatifler arasında..

İspanya gerçekten yaşanabilecek güzel bir ülke. İnsanları sıcak ve anlayışlı.Her ne kadar değişik eyaletlerden oluşsa da etnik milliyetçilik yok.Herkesi kendi konumunda kabul ediyorlar.

Sabah güneşi İspanya’da geç doğuyor. Dolayısıyla gün geç başlıyor. 08.23’te güneşin doğduğunu düşünürsek, 09.00 gibi kahvaltıyı bitirip Granada’yı gezmeye başlıyoruz.İlk durağımız El-Hamra Sarayı..Üç saatte ancak gezebildik bu sarayı..1236 yılında yapılan bu saray aynı zamanda İslam medeniyetinin de en önemli eserlerinden biri. Endülüs Emevi Devletinin en son kalesi olan Granada şehri, 1492 yılında İspanyollar tarafından işgal edildikten sonra, Müslümanlar artık buraları terk etmişler.Terk etmeyenler ise İspanyollar tarafından zamanla asimile edilmişler.

El-Hamra Sarayı cennetten bir köşe gibi.. Dünya zevki namına her şey düşünülmüş..Bahçelerinde gezerken duyduğunuz su sesi insanı rahatlatıyor..Burada yazlık ve kışlık mekanlar ayrı ayrı düşünülmüş..

Her gün El-Hamra Sarayını 6 bin turist ziyaret ediyormuş. İspanya’nın en görkemli İslam eseri olan bu sarayın muhteşem mimarisi, sedef kakmalı kubbeleri, motifli duvarları arasında tarihi bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Ancak El-Hamra’nın ortasına İspanya Kralı için yapılan bina ile sarayın bütün estetiği bozulmuş. Bu bina yapılırken de El-Hamra’nın bir kısmı yıkılmış. Yıkılan bölümlerin neler olduğu da asla bilinememiş.

Öğlen namazını, günümüzde Noel Baba diye bilinen aslında Antakyalı dindar bir Hıristiyan olan Son Nicolas Kilisesinin yanında yeni hizmete girmiş küçük bir mescitte kılıyoruz. Mihrabı Kurtuba Camiinden esinlenerek yapılmış. Bu mescit, El- Hamra Sarayının tam karşısında Granada’ya da tepeden bakan bir yer.

Namazdan sonra karnımızı doyurmak için kendi damak zevkimize uygun bir yer bakıyoruz. Rehberimiz bize uygun pizzacı ve dönerci olduğunu söylüyor. Epey yürüdükten sonra dönerciye ulaşıyoruz, ama dönercinin kapalı olduğunu müşahade ediyoruz. Çünkü gittiğimiz vakit saat 15.00 sularıydı ve 14.00-15.00 saatleri arası İspanyolların dükkanları çoğunlukla kapalı oluyormuş.İspanyolların siesta zamanı, yani dinlenme zamanı..Biz de pizzacıya yöneliyoruz.Peynirli ve sebzeli pizzaları dar ve küçük dükkanda ayakta yiyerek gideriyoruz açlığımızı.

İki saat alışveriş için geziyoruz Granada sokaklarını. Caddelerde çöpler toplanmamıştı. Belediye çöpçüleri bir haftadır grevdeymiş. Mağazalar tıklım tıklım, ama Türkiye’ye göre pahalı..Bu nedenle fazla bir şey alamıyoruz.Çünkü aynı ürünleri Türkiye’de daha ucuza alabiliriz.

Ertesi gün İspanya’da son günümüz..Sabah kahvaltıdan sonra Türkiye’ye dönmek için Malaga havaalanına hareket ediyoruz.Yaklaşık iki saatlik yolculuktan sonra havaalanına varıyoruz.Dört saatlik bir yolculuktan sonra Türkiye saati ile 19.00 sularında İstanbul’a iniyoruz.Kısa bir gezi olsa da insan vatanının özlüyor.