İnsan egosunun kaç yüzü vardır bilmem, ama şunu biliyorum ki;bir tanesi onun yüzüydü.
İstanbul'un insanı yutan karmaşası içinde, kaç öykü birbirine dolanmıştır kim bilir. Hepsi de birbirine dokunan ve sonduza dek uzayan... Dünyanın bütün sahte nimetlerini üzerinde toplamış biriydi. Şan, mevki, makam, para ve güç... Kolayca kazanılmış, kıymeti bilinmemiş. Dünyanın nimetleri değildi sadece üzerinde taşıdığı. Egonun da tüm vasıflarını taşırdı. Kibir, riya, kin, rekabet duygusu, bencillik... Aldanışın bin görünümü yani.
Onunla yolumuz şirketin giriş kapısında kesişti. Tanıdığım pek fazla kişi yoktu burada. Koca İstanbul'da tanıdığım iki kişiden biriydi. Diğeri de İstanbul'du zaten. Şehirlerden öykü karakteri olsaydı eğer, bu mutlaka İstanbul olurdu. O kadar içindeydi öykünün yani.
Kapıda çarpışınca korumaları beni hızla itti. Yüzüme tükürür gibi baktılar sonra.Tahmin etmekte zorlanmayacağınız birkaç aşağılama cümlesi...
Daha sonraki zamanlarda öğrendim patron olduğunu. İş arıyordum, ne olursa. Bir türlü dikiş tutturamadığım, ekmek paramı bile çıkaramadığım bir yola sürüklemişti beni hayat. Belki dedim İstanbul... Beni de kabul eder hanesine.
Bütün gün bekledim akşama kadar, yol bilmem, iz bilmem. Kapıdaki güvenlik görevlisiyle ahbap oldum sonunda. Kimim kimsem yok dedim, garibim bu şehirde. Artık kırklı yaşlarımdaydım, öyle her işe de vermezler seni dedi. Biraz düşününce çaycıya ihtiyaç olduğunu hatırladı. Ayarlamaya çalışacaktı. Cin gibi bıçkın bir adamdı gençten. Feleğin çemberinden geçtiği belliydi. Sekiz kardeş, elde yok avuçta yok, o da tutunmaya çalışıyordu az bir ücrete bu şehirde. Adem'di adı.
Öfkeliydi onu böyle sıfırdan hatta hayata borçlu başlatan kadere. Tüm ailenin yükü üstündeydi. Sinirlendikçe küfrederdi patrona hayata... Ama iyi adamdı. Kalacak yerim yoktu beni misafir etti evinde.
Arif abi dedi bi gün bana:"Sen derviş gibi adamsın şerefsizim. Canını sıkan olursa dağ gibi arkandayım. Bakma garibanlığıma, yürek mangal evelallah..."
Gerçekten de öyleydi. Kimim kimsem oldu bu koca şehirde, arka çıktı bana. Gelgelelim iş yerinde herkes aynı değildi tabii.Patron,ona her çay götürüşümde, odasını temizlediğimde mutlaka kızacak küçümseyecek bir şey bulur beni terslerdi.Çok büyük bir şirket değildi öyle ama adam küçük dağları yaratmıştı ne de olsa. Aynı Allah'ın kulu olamazdık ona göre ,ben yanından geçerken bile böceğe bakar gibi baktığı biriydim. Sadece bana değil elbet, Adem'e de, herkese ailesine bile. Böyle zamanlarda ailesinden olmadığıma şükrederdim.Gergin ,öfkeli, kibirli biriyle her gün yaşamaktansa sefil ama özgür hayatımı tercih ederdim.
Önemsiz birinden, bir çaycı ve bir güvenlikten de kahraman mı olur demeyin, Allah adildir; bir bakarsınız kendi hayatınızda bile figüranken, başkasınınkinde baş rolde olursunuz. Bizimki de öyle oldu.
Haramzade patronun ailesinden kolayca gelen mirasını dalaverelerle büyütüşü ve bu serveti korumak için girdiği kanunsuz işler başına çorap örüyordu bazen. Ama hep sıyrılıyordu bir şekilde. Paranın kapatamayacağı leke var mıydı bu yalan dünyada...
Neyse uzatmayalım. Bir gün Adem zil zurna sarhoş geldi eve. Sabah öğrenebildim, işten atılmıştı. Şirket elemanlarını birbir azaltıyordu iflasın eşiğindeydi. Namazımı kıldım, dua ettim Allah bana güç versin diye. Şimdi destek olma sırası bendeydi. Hayata kin kusuyordu Adem. Hiç dost olmamıştı talih ona. Patronun sefil karakterine rağmen yaşadığı lüks ve ihtişamlı hayatı, gücünü kabullenemiyordu Haksız yere canını yaktığı çok kişi vardı ve kimsenin gücü ona haddini bildirmeye yetmiyordu.
O gün işe gittiğimde sıradan bir gün sanıyordum. İçeri girer girmez o telaşlı yas havasını fark ettim. Tuhaf bir şeyler olmuştu belli ki. Evet kötü bir şeyler olmuştu ama herkesin yüzünde üzüntüden çok şaşkınlık okunuyordu. Yapmacık yas törenleri gibi hani. Her koridorda fısıltı, koşuşturma. Tabi benim gibi önemsiz birine en son ulaşacaktı bilgi polis ifademize başvurmasaydı. Patronun odasına götürdüler bizi. Şoför ve korumalar da ordaydı. En son bizim Adem de geldi telaşlı ve şaşkın gözlerle bakıyordu etrafa.
Komser olayı anlatıp ilgimiz olup olmadığını anlamaya çalıştığında öğrendik her şeyi. Şoför bütün olanları anlattı; Sabaha karşı şoförüyle boğaz köprüsünden geçerken, patronun telefonu çalmıştı. Bizim Adem, öfkeyle patronu tehdit etmişti işten çıkarıldığı için. Patron da ona her zamanki önemsemez tavrıyla ağzına geleni sayıp kapatmıştı. Bunca sorunun işin arasında ona bir dakika bile ayırmak canını sıkmıştı. Ve son damla olmuştu bardağı taşıran. Zaten çok kötü bir haldeydi. Birden şoföre durmasını söylemişti patron. Sıkışık trafikten yakınan şoföre de bağırıp hızla aracından inmiş ve köprüye koşmuştu şaşkın bakışların arasından. Sonra da boğazın serin suları arasında öyküsü sonlanmıştı.
Öyle çok sevmeyeni vardı ki,ölümünde rolü olan var mı diye birçok kişi soruşturulmak zorunda kalındı.En son konuştuğu Adem olduğundan onu da çağırmışlardı. Ben de ondan şüphelenmiştim bir an. Allah'tan olaya bütün yoldakiler Boğaz köprüsü ve İstanbul şahitti.Yoksa bunca düşmanın arasından bir fail seçmeleri zor olacaktı.
Patrona, kimden geleceği belli olmayan cezayı kendi vicdanı kesmişti. Allah zalimliğinin sonucunu böyle yaşatmıştı.
Ne kötüydü böyle bir ömür, böyle bir ölüm ve ardınızdan ağlayan hiç kimsenin olmayışı... Güç, şöhret, mal mülk yoldaş olamıyordu patrona bile, sultanlara bile giderken...
Pılımı pırtımı toplayıp ayrılmaya karar verdim bu koca şehirden sonra. Veda etmek zor gelmedi. Ardımda bıraktığım kim vardı ki... Rabbimin rahmetine bıraktım kendimi. Burda ona köle olan, ahirette sultan mertebesinde olabilirdi. Lekeli ve rahat bir hayattansa, temiz ve fakir bir ömür yeğdi. Çünkü burası geçici, ahiret yurdu sonsuz idi. Şükredip seyre daldım dönüş yolunda otobüs camından boğazın sonsuz maviliğini...
Bu yazıya 3 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre