Bütün dünyam düğmesine basınca ağlayan, basmayınca plastiği anımsatmayacak kadar gerçek göz bebeklerinin içi gülen pilli oyuncağımın yamacında geçerdi. Topraktan kurabiyelerim, içi boş gibi görünse de küçük heyecanlarla doldurduğum kahve fincanım, her akşam bir öncekinden daha geç yatarsam daha büyük vakalara vakıf olma dugusuyla dolu cılız ama enerjisi tam yerinde bedenim...
Çocuktum.Gelecek henüz ağırlığını koymamıştı minik yüreğime. O sadece uzaklardaydı işte. Güneşin her saklambaç oynadığı gecenin ardında biraz daha yaklaştığım uzaklarda..."Gelecek bir gün gelecek!" derlerdi. Çocukluğumun, sonunu düşlemeye zaman bile ayırmadığım minik geleceğinden yazıyorum; gençliğimden... Her geçmiş, bir öncekinin geleceği değil mi? Ve her gelene geçmiş deyip, gelmesini ümit ettiklerimize "gelecek" demiyor muyuz? Gelecek... O gelmese de, gerçekleşmese de "Başaracağım!" diyerek kendini cesaretlendiren birer koşucu gibi umut vermiyor muyuz ışıltıya muhtaç gözlerimize? Gelecek! Peki ne gelecek, neler getirecek aynı toprağın üzerindeki farklı hayatlarımıza? Sürpriz bir yumurtadan çıkan oyuncaklar mı getirecek; yoksa üzerinde "bedava" yazmadığı için çöp kutusuyla buluşan dondurma çubukları mı? Hayır bu defa daha farklı bir şeylerle müjdeleyecek beni, daha büyük şeyler... Ve asla üzmeyecek beni, sıkı sıkı sarmalayacak yorulmayan bedenimi. Belki biraz göz kenarlarım kırışacak, belki saçlarımı beyaza boyayacak, belki de birazcık düşürecek omuzlarımı. Fakat yıkmayacak, yıkayacak bedenimi. Ciğerlerim yine de havanın hiçbir şeye benzemeyen kokusunu ezberlemeye çalışacak sonuna kadar. Umut, sonu olmayan bir deniz sonlu hayatlarımızda. Sonuna kadar kulaç atacağım sonsuzluğa. Hızlıysam, daha hızlı olacağım bir maratoncu gibi ya da gülüyorsam bu defa kahkaha atacağım en derinden. Eğer mutsuzluğunu duymuşsam çok uzakta da olsa bir gencin; ilk ben koşacağım yanına. Önce mutsuzluğunu gidereceğim, sonra umutsuzluğunu. Umut gelecekse eğer, yetmeyecek bir de onun geleceği olacağım.
"Bunca yıl sönmemiş umudum
Nisan değilse mayıs
Perşembe değilse pazar"
demiş Attila.
Bugün değilse yarın mutlu olacağım. Ömrüm bitmeden yakacağım tüm hüzünleri, karanlıkları, kiri pası ve en çok da yanarken yaydığı ışık "umut" olmayan ateşi yakıp kül edeceğim umut ateşimde. Veya ateş mi olacağım acaba? Uğruna yanılacak çok şey varken zaman kutusunda, kutuyu mu yakacağım? Ne için atacak kalbim, kim için nelerden vazgeçeceğim? Kulaçlarım yorulmayacak, su okşayacak beni yaşanmamış tüm güzellikleri vaat ederek. Fırtınalar gelip geçecek yalnızca, kanatlarım kırılmayacak. Tüm dikenli yollar güllük gülistanlık olacak, sürüneceksem öyle sürüneceğim masumca. Sağlıklıyım, önümde yelkovanla akrebi çokça döndürmeye yetecek bir ömür var, tüm kusurlarım nazar boncuğu ve ben gülümsüyorum. Gülümserken parıldıyor dişlerim. Parlayacağım. Her şeyimi sökercesine alsa da benden hayat, umudumu alamayacak. Umutlu olacağım.
Nice umutlu ömürlere...
Bu yazıya 9 yorum yapıldı.
Kabiliyetlerin üstüne gitmek lazım... Sanırım sizinkilerden biri de bu; yazmak. Eski yazılarınızı açıkçası hatırlamıyorum pek; hırs içinde onlarca yazı gönderen üyelerin sebep olduğu moral bozukluğundan ötürü...
Elinizden hiç düşmesin kalem. En azından müzikle çok güzel oluyorlar. Müzik olmadan okumayı düşünenlere duyurulur :)
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre