Hep bir sazı olsun istemişti. Küçük dükkanın doyasıya parlak vitrinine bakmaktan da zevk duyardı zaten. Saz, birçok çalgı aletine göre daha yanık, sesi daha tiz, daha bağlıydı kalbe işte bu yüzden hayatta çektiği tüm çileleri en iyi saz anlatırdı. Ona göre her şey içten olunca anlamalıydı ve saz tıpkı ilkbahar gibi içtendi.
İnce, parlak vitrin camıydı "saz" la aralarındaki engel. Hayatı boyunca çektiği onca meşakkat bu vitrin camı kadar üzmemişti onu. Bir şey olsa mesela büyük bir patlama, ya da deprem, sel, aklına türlü türlü felaket getirirdi bu vitrin camının ötesini elde edebilmek için. Çünkü ötesi hayallerdi. Ve hayaller ulaşmak için değil miydi?
Sahi bir gün gerçekten sazı olsa ne yapardı acaba? Belki de dokunmaya kıyamaz, öylece yanıbaşına koyar uyurdu tıpkı bayramlarda yeni ayakkabı aldığında ayakkabısıyla birlikte uyuyan çocuklar gibi. Fakat o bununla uyurken bir düş kuracaktı. Hatta bir rüya görecekti ve rüyasını sazıyla paylaşacaktı kim bilir? Neyse ne! Önce bir sazı olmalıydı. "Şu üst taraftaki sazın rengi hafif kızıla çalıyor, ondan mı isterdi acaba ya da şu sağdaki sarı olan güzelmiş onunla mı düş kurmalı?" diye düşündü. O bunları düşünürken pahada hafif fakat derinlerde ağır olan yağmur damlaları tenine değmeye başladı. Kim bilir belki de onun bu kokulu, pis halini fark etmiş olacak ki tanecikler yıkanacak düzgün bir yuvası olmayan ona bir bayram sürprizi yapmaya gelmişti. İyi de bu bayramın onunla hiçbir ilgisi yoktu.Belki de yağmur damlaları müslüman zannetmişti bu zavallıyı. Belki de müslümandı; haberi bile yoktu ki kendinden. Doğduğundan beri yaşamla savaşı, ona düşünecek vakit bırakmamıştı. Renk renk, çeşit çeşit sazlara bakarken düşündüğünü fark etti. Hatta daha fazla ıslanmaması gerektiğini düşündü ve üç tekerlekli, bin dertli kağıt taşıma bisikletiyle menziline yol aldı. Menzil yollardı fakat o hep varılacak bir yeri varmışçasına hızlı giderdi. Halbuki nerede dursa, nerede uyusa o günlük menzil orası demekti. Bu kez konuya uygun bir gidilecek yer belirledi kafasında, camiiye gidecekti. Sürdü bin dertli tekerleği camiinin kapısına.
Filmlerde camiinin yanına giden iyi kalpli gayrimüslimler İslamla şereflenirdi; belki o da öyle olacaktı kim bilir? Fakat hiç film izlememişti ki nereden bilecekti! Yorgunluk, düşük omuzlarını sanki daha fazla düşürebilecekmişçesine ağrıtıyordu kollarını. Yolları ne denli uzatsa, kolları da o denli ağrıyordu zaten. Karşıdaki ihtiyar ak sakallı değildi,ona tebessüm de etmiyordu fakat filmlerde göremediği şeyleri rüyasında izleyen o, ihtiyarın yumuşak kalpli ve mübarek olabileceği hissine kapıldı. Hiçbir şey yapmadı yani tek yaptığı, hiçbir şey yapmamaktı. Öylece orada durmak nedense güvendeymiş hissi uyandırdı içinde. Daima duyduğu ezan sesini yine duydu fakat bu defa duymaktan da ötede, dinliyordu. Hayatında duyduğu tüm yanık türkülerden daha asaletli bir ahengi vardı bu notaların. Önce kulaklarını irkiten bu ses, zamanla beyninde yankılanıp usulca göğüs kafesinin oralarda bir yerlerde debdebeleniyordu durmaksızın. "Demek ezanı dinlemek böyleymiş" diye geçirdi içinin yaralanmamış bir yerinden. Neden bilmiyordu, ezan, sazın gönlünde yer ettiği tahta oturmuş, fakat bu iki büyüleyici sesi birleştirme isteği uyandırmıştı onda.
Camiiye giren adamlar ve camiiden çıkan adamlar... Onlar da ezan ve sazdaki bu büyüleyici uyumu fark etmişler miydi acaba? "Yok ya onlar ezanı hiç böylesine dinlemişler mi ki?" diye söylendi bütün o cimri adamlar topluluğuna kızgınlığından. Hepsi de güzel giyinmişti, her birinin parası pulu, ev, aşı, en önemlisi de yuvası vardı da hiçbiri bizimkinin tek hayalini hissedip el uzatmışlar mıydı sanki! "Her biri aynı dine mensuptu lakin bir çoğu cuma ve bayram günlerinde hatırlıyordu Müslüman olduklarını. "Eğer bir dinim olsaydı, sıkı sıkı sarılırdım inancıma; ciddiyetle bağlı kalınmayan doğruların sınır çizgisi yok olmaz mı yahu!" dedi konuşabildiğini unutmamak için. Bazen böyle kendisiyle konuşurdu da sanki onu dinleyen birisi varmış hissine kapılırdı her seferinde. Ve her seferinde biraz utanırdı onu dinleyen O kişiden çünkü konuştuğu cümleler topluluğu bazen gerçekten gereksiz olabiliyordu. Eh o kadar olsundu canım yalnızlık kolay mıydı sanki! Yanlızlık hiçbir zaman alışılamayan tek duyguydu belki de. O bunu bilmiyordu fakat ezanda adı geçen ve her konuştuğunda onu dinleyen kişi, yaratırken bizimkini yalnızlığa göre yaratmamıştı. Kendi nefesinden başka nefesi olmayan her yerde demek ki nefese ihtiyacı olmayan biri vardı. Fakat kağıtçı, bunları hiç düşünmedi bile, usulca belirsiz ve sisli menziline yola koyuldu.
***
Son zamanlarda savaş haberleri çalkalanır olmuştu bu ıssız lakin bir o kadar da kalabalık kasabada. Kağıtçı savaşın getirdiği yıkıntıyı hissederken bir yandan da vitrinine bakmaya doyamadığı dükkan sahibinin Rus askerleri tarafından yaka paça çıkarıldığı dükkana son kez bakmaya gidiyordu. Eski püskü, paslı ve kirli bisikletinin yarı tutan yarı tutmayan frenine bastı ve acı gıcırtılarla çalgıcının loş dükkanına geldi. Ağır ağır indi yılların bin dertlisinden ve hep hayalini kurduğu saza baktı, baktı. Çalgı aletleri tozlanmış, vitrin camının sol tarafı kırılmış; dükkan, sahibini bekler haldeydi. Aslında bakılırsa çevredeki tüm dükkanlar kepengini çekmişti ölümlü bekleyişe.Orta yaşlarda ve gençlik duygularını hala yaşamakta olan dükkan sahibiyse askerlerin "Hiçbir dükkanı açık görmeyeceğiz. Olur da bir dükkanın kepengini açık bulursak sallarız kasabayı!" tehditlerine boyun eğmemeye çalışırken öleyazdı bu sessiz savaşın namert askerlerinin toy hırpalamaları yüzünden.
Kağıtçı boş sokaklardan hiç korkmazdı çünkü "Kaldırımlar çilekeş yanlızların annesi" değil miydi? Fakat askerlerden de korkmaması onu bile şaşırtırdı. "En fazla ölürüm nolcek!" fikriyle nasırlı ayaklarını çalgı dükkanından içeriye attı. Bu onun kendi hayalini fethettiği andı işte. Dükkan sandığından da küçüktü ve sazlar, vitrinde durduğu kadar güzel gelmiyordu gözüne fakat o bunu hayal etmemişti ki! Halbuki ezan öyle miydi?Onu hayal etmeden bulmuş, öylesine tutulmuştu.Derken canı sıkıldı da "Şu hayatta fani şeye bağlanırsan öyle de sıkılmaya başlarsın işte!" diye bağırdı gevrek gevrek. Bağırdı ve bağırdığını duyduğuna inandığı O'ndan yine utandı. Fakat bu defa biraz gurur da duymadı değildi çünkü O fani olmayan zat bunu hep hissederdi ve galiba artık O'na bağlanmaya başlamıştı fark etmeden.
Ruslar kasabalarına öyle güzel dadanmışlardı ki, bizimkinin tutkun olduğu ezan artık yankılanmıyordu boş sokalarda."Bir tane sevdam vardı onu da çaldı bu it sürüleri!" diye sinirlenmeden de edemedi. Zaten başlarda umursamadığı şu Ruslar artık canını sıkmaya başlamışlardı. Nerden gelip kimin ezanını susturmuşlardı bu çakallar sürüsü böyle? Her şeyini feda edebilirdi, hatta canından bile olabilirdi ki zaten ona göre canının bir önemi yoktu lakin ezanı kendisinden dahi sakınan kağıtçı, bu üçkağıtçılara dur demeliydi.
***
Ne olduğunu anlayamadan yorgun bedenini siperlerden birine dayarken buldu. Elinde tüfek, yanında Rizeli genç delikanlı ve öbür tarafta henüz tanışmadığı başka bir delikanlı. Rizeli, yeşil ve ıslak gözlerle bitap bitap baktı kağıtçının nasırlı ayaklarına. "Ne kadar yol gezdin bu ayaklara bunu çektirecek! Nasıl bir yaşamdan nasıl bir ölüme geldin!" demedi lakin cephedeki tek malını da bizimkinin meraklı bakışları arasında eline tutuşturmayı unutmadı. Bir de kemençesine iyi bakmasını, sakın ha ölmemesini ve kemençesini hep bir yerlerde saklamasını da ekledi alelacele. Savaşın ortasına kemençeyi nasıl getirmişti bu dere bakışlı delikanlı böyle? Bir de şehit olacağını mı hissetmişti de yanındaki en değerli varlığını bizim kağıtçıya düşünmeden bırakıyordu şimdi? Peki kağıtçının yaşayacağından emin miydi; bu teslimiyet neydi böyle Allahım!
Vuruşmalar başladı, geceleri kemençeden akan o ince,yanık ses yaktı yürekleri. Gündüzleri bombalar yaktı haneleri. Rizeli hissettiği şehadeti yudumlamış, bizimki hiç ummadığı bir mekanda hep varlığına inandığı Yaradan'ın huzurunda secdeye kapanır olmuştu. Secde, ezandan, ezan bütün yanık türkülerden daha üstündü. Sazla başlayan gizli bir sevda, onu hiç ummadığı bir yerden ezana, sonra Yaradan'a bağlamıştı.
Herkesin bir memleketi, bekleyeni işi, gücü, evi vardı fakat kağıtçının üç tekerlekli bin dertlisinden başka bekleyeni yoktu bu toprak kokan kanlı cephelerde.
***
Savaş bitti; evli evine, köylü köyüne döndü de dönemeyen cennette yerini aldı ve kağıtçı hiçbir yerine ait olmadan karış karış ezbere bildiği harabe kasabaya döndü. Kağıtçı bisikletini, her yerde biricik dert arkadaşını aradı, aradı, aradı... Bulamayınca kendi savaşını kaybetmiş olmanın acısı sızlattı gönlünü. Koca bir savaşı kazanmıştı kazanmasına ama, ekmek teknesine sahip çıkmayı bile becerememişti. Elinde şehitten kalma kemençe, dilinde çaresizlik türküsü, zihninde namaz vaktine az kaldığı düşüncesi...
Bir zamanlar kapısında ezanı hayretle dinleyen bu adam, şimdi içinde Rahman'a hasretle sarılmaya gidiyordu caminin. Ve camii, içinde dinini kucaklayamayanlarla dolu olan işte bu camii, kağıtçı gibi bir yiğitle buluşmuştu. Sefaletten cehalete ne kadar da koşmuştu savaştan önce, ve şimdi imtihandan yorgun düşmüş yaşlı bedeni ve yaşlı gözleri savaştan önce ve savaştan sonra diye ayırmıştı hayatını. Namaz bitti, selamlar verildi. Zaferden mi yoksa bayramdan mı bilinmez ama herkes büyük bir kardeşlikle sarılıyordu şimdi birbirine.Ya da kağıtçının yıllar önceki bayramda duyduğu bencilliğe nefret, şimdi yerini kardeşliğin tebessümlerine bıraktığındandır belki. Savaş çok büyük acılar bırakmıştı herkeste fakat kağıtçı bunların hiçbirinden etkilenmemişti. Hiçbir şeyi olmayan bir insan neyi kaybedebilirdi ki? Allah'ı bulamayan insana O'nun yüreklerdeki huzurunu bağışlayan bu savaş,kağıtçıya dünyada sahip olması gereken tek emaneti vermişti.Allah sevgisi, onda tüm yıkıntıları süpürmüş,bir de kemençesi olmuştu Rizeliden kalma. Kemençeyle kazandığı birkaç kuruş vardı. Onunla da saz aldı. O şimdi sazının tellerinde Rahmanı zikretmenin hoşnutluğuyla doluydu, yıllardır ilk defa inci gibi dişleri görünüyordu gülümserken. Dua dua eller karıncalandı bazen, bazen sazının telleri titredi incindiğinden.
...Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akılem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi...
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre