Bir sonbahar akşamıydı. Rüzgar bütün hiddetiyle ağaçları hırpalamaya devam ediyordu. Top şeklini almış çalılar oradan oraya savruluyorlardı. Rüzgarın çıkardığı o huzur veren sese orman da eşlik ediyordu. Ama her zamankinden farklı bir şeyler vardı. Baykuşların, sincapların, yarasaların o garip haykırışlarından farklı bir ses. Daha önce böyle bir ses duymadığımdan elimdeki kitabı bir anda yere bırakıp pencerenin önünde sese kulak verdim. Ses bir değil birkaç yerden geliyordu. Hepsi de aynı tonda ve ritmi bozmadan bağırıyorlardı. Bir kahkahayı andıran bu ses gittikçe yaklaşıyordu. Bir an kafamın içinden bu sesi çıkaran şeyin ne olabileceği hakkında bir çok düşünce geçti. Hayvan olamazdı. Yaşlı amcam Bernard ile ormana defalarca avlanmaya gittiğimden neredeyse bütün orman hayvanlarının seslerini tanırım. İçimdeki merak yerini tedirginliğe bıraktı. Biraz da korkuya. Yalnız yaşadığımdan tedbirli olmayı kendime huy edinmiştim. Kapıyı sıkıca kilitledim. Ve doğruca odama gittim. Epey eski olan, bana babamdan kalan bir sandık vardı. Hemen sandığın kapağını kaldırdım ve içindeki eski fotoğrafları sağa sola iterek en alttaki baba yadigarı tüfeğe ulaşmayı başardım. Tüfeği kaptığım gibi salona tekrar döndüm. Sesler artık daha yakından gelmeye başlamıştı. Cesaretimi toplayıp pencereden bir bakış atmayı başarmıştım. Bembeyaz bi gecelik içinde deli gibi koşan bir kadın...
Sürekli arkasına bakarak durmadan koşuyordu. Ama onu kovalayan şeyi göremiyordum. Epey karanlıktı. Üzerindeki beyaz olduğundan yalnızca onu görebiliyordum. Hızla evimin önünden geçerken salonda yanan şöminenin cılız ışıltısını görmüş olacak ki bir anda bu tarafa doğru gelmeye başladı. Ne yapacağımı bilemedim. Kadının yardıma ihtiyacı vardı. Bir anlık da olsa yerime saplandım. Kadının kötü niyetli olabileceği düşüncesi kafamdan geçmeye henüz başmamıştı ki kendime gelmek için kendime bir tokat atmam gerekti. Tabiki de kapıyı açıp onu içeri almalıydım çığlıklar atıp ağlıyordu. Hızlı bir şekilde kapıyı açtım kadını kollarından kavrayıp içeri çektim. Kapıyı kapatırken son kez sokağa doğru bir bakış attığımda o ana kadar farketmediğim bir şey farkettim. Sokak lambalarının hiçbiri neden yanmıyordu? Ya da neden hiç kimse bu kadını duyup pencerelere, balkonlara çıkmamıştı? Aradığım cevapların kadında olduğu umuduyla içeri girdim. Nefes nefeseydi. Sakinleşmesi için hemen bir bardak su getirdim. Elleri titriyordu. Suyun yarısı içti ve kalan suyu sehpaya koyarken bardağı elinden düşürdü. İkimizde aynı anda refleks olarak bardağı yerden almak için uzandık. Tam bu sırada elim tenine değdi. Buz gibiydi. Dışarıda 15 derece hava vardı bu nasıl mümkün olabilirdi? Şöminenin başına oturttum onu ve meraklı gözlerimi bir şeyler söylemesini umduğum dudaklarına diktim. Benim kalbim de en az onunki kadar hızla çarpmaya başlamıştı. Ve sonunda koşmaktan kupkuru olmuş dudakları açıldı. İlk söylediği şey...
Üç noktadan sonrasını şimdilik hayal gücünüze bağışlıyorum.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre