Yine bir sabah gündelik yaşamın sıkıntılarını üzerimden atıp birkaç saat rahatlamak için sahile balık tutmaya gitmiştim. Balık yakalayacak olmanın verdiği çocuksu heyecanı en derinlerime kadar hissediyordum. Misinanın ucundaki çengele, küçük bir tavuk eti parçası taktım. Bir yandan sabahın o temiz havasını içime çekiyor, çektikçe rahatlıyordum. ‘’ Oh be .. Dünya varmış ’’ diyordum içten içe. Kendimi huzurlu hissediyordum. Küçük şeylerle mutlu olmanın önemini bilen biri olarak, o anın tadını çıkarıyordum. Oltamı iskeleden denize doğru fırlattım. Oltanın misinasının havaya yükseldiğinde çıkardığı o ince sesi duyduğumdaki mutluluğu tarif edemem. Aslında sadece o sesi duymak, duyupta mutlu olmak için gidiyordum sahile. Balık tutmak bahanesiydi işin.
Oltamı denize fırlattıktan sonra, iskeleye yanaşan gemilerin bağlandığı demir halatının üzerine oturdum ve beklemeye başladım. Çok geçmeden oltanın misinasının gerginleştiğini farkettim. Balık vurmuştu, hemen misinayı heyecanla çekmeye başladım. En sonunda Didim’de çok rastlanan küçük, sevimli bir Karagöz balığı oltanın ucundaki çengelde belirdi. Kurtulmak için çırpınıyordu pervasızca. Kurtulamayacaktı, bunu biliyordu ama yine de çırpınıyordu. O an durdum ve düşündüm. Bir balığın oltaya takıldığı andaki o çaresizliği hiç yaşamış mıydım? Ya da kurtulamayacağımı bildiğim halde kurtulmaya çalışmış mıydım birinden, bir şeyden? …
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre