Alma Roma; Roma’nın Tacı
Konstantinus I
Konstantinus I, 313’ te izin verilen din olarak Hristiyanlığı serbest bırakmasının ardından başkenti Roma’dan İstanbul’a taşıdı. Ortadoks inancın temeli, Kutsal Kitapla kutsal geleneklere ait ilkeler ilki 325’ te toplanan, aralıklı olarak 787’ye kadar süren yedi konsey tarafından saptandı.
Yeni başkent öylesine ihtişamla parıldardı ki boğazın ışığı sönük kalırdı. Yeni kurulan şehir her yönden harikülade bir şekilde bezenmişti. Avrupa ve az sayıdaki asyalı nüfusun şehre yerleşmesi ile başkentin nüfusu kısa sürede bir milyona ulaştı. Bilmin, sanatın, zanaatın kısacası tüm dallarda kendini zirveye taşımayı başarmıştı konstantinopol. 1054’te Roma’dan ayrılan Doğu Kiliseleri bu adla anılamaya başladı ve Ortadoksluğun yeni merkezi olan Bizans(İstanbul) Kilisesine taşındı. Bu olayın ardından Doğu Roma yani Bizans Ortodoks Hristiyanlığının merkezi olma özelliğini de eline aldı. Yıllar içinde cemaatler içinde çıkan anlaşmazlıklar neticesinde Doğu Roma Kilisesi kedi içinde üç ana kola ayrıldı bunlar; Ermeni Kilisesi, Rum Kilisesi ve Süryani Kilisesi’dir. Rumların merkezi İstanbul’da kalırken, Ermenilerin ki Erivan’a, Süryanilerinki ise Mardin’e taşındı.
Son Bizans Baharı
Bizans’ın ata yadigârı ihtişamı Konstantinapol’ü ayakta tutmaya yetmemiştir. Uzun bir süre önce derin uykuya dalan Bizans asilzadeleri kendilerini içinden çıkamadıkları ve çıkmaya uğraşmadıkları bir rehavetin içinde buldular. Zenginlikleri ve şehirlerini koruyan surlarının o muazzam mukavemeti gözlerini öylesine boyamıştı ki, konakları dışındaki açlık çığlıklarına, hastalıklara, fakirliğe hiç aldırış etmeden günlerini gün ediyorlardı.
Konstantinapol’un çöküşünü aslında 14. Yüzyılın sonlarında başladığını söylesek yalan olmaz. Bir milyon olan nüfus 12. Yüzyılda yüz bine inmişti. Gittikçe de azalıyordu. Türkler, Boğaziçi’nin karşı kıyılarına yerleşmişti. Haliç’in karşı yakası ise Ceneviz ve Pera kolonisiydi. Bir zamanlar görkemli villalar ve zengin manastırların yer aldığı Boğaziçi ve Marmara kıyıları birkaç eski kilise ve küçük köyler kalmıştı. Etrafı surlarla örülü şehrin mahallelerini eskiden parklarla bahçeler ayırırdı. Şimdilerde ise bu mahallelerin birçoğu yok olmuştu. Kalanları ise bomboş bahçelerle meyve bahçeleri ayırıyordu. 14. Yüzyılda on üç mahalle bulunan şehir bugünlerde yıkıntılarla doluydu. Halk ise sefalet içindeydi. 1437 yılında şehre gelen Pero Tafur’a göre, şehir, dağ başını andırmaktaydı: ‘’Bahar gelince hendeklerin yaban gülleri, koruların ise bülbüllerle dolduğunu ‘’yazar.
Sarayburnu sırtlarında bulunan imparatorluk sarayı oturulur vaziyetten çıkmıştı. Son Latin imparatoru kentin değerli kutsal eşyaları dışında birçok yapının damını örten kurşunları da söktürüp satmıştı. Ondan sonra gelenlerle onları izleyenlerin bunları tamir ettirecek tek kuruş metalikleri de yoktu. İmparatorluk ışığı Hipodrom ise yıkıntı içindeydi. Bu alan zamanında Bizanslı soyluların polo oynamaları için kullanılıyordu. Patrik ise hipodromun önündeki sarayını terk etmişti. Bütün ihtişamı ile ayakta duran tek yapı ‘’Aya sophia’’ ydı.
Geriye kalan evler ise çoğunlukla Harisios (Edirnekapı)’dan eski saraya doğru yani bugünkü Bayazid alanına uzana anayolun üzerinde bulunmaktaydı. Kentin önemli yapılarından olan Havariyun Kilisesi’de bu yolda bulunmaktaydı. Uzun zamandır onarım görmediğinden harap bir halde kalmıştı. Kentin en kalabalık kısmı yeni saray (Tekfur Sarayı) etrafında toplamıştı. Venedikliler, limandaki mahallelerde oturuyordu, Floransalılar, Aconalılar, Katalanlar ve Regusalılardan oluşan Batılı tüccarlar da bu mahallelerde yaşamaktaydı. Yahudiler ise bunların arasında yaşamaktaydı. Rıhtımda büyük depolar ve iskeleler vardı. Bugünkü Mısır Çarşısının olduğu alan Pazar yeriydi. Bu pazarlarda genellikle Müslüman, Venedikli ve Slav tüccarlar alışveriş yapmaktaydı.
Konstantinopol eski güzelliğini kaybetmiş, şehrin eskiden kullanılan birçok yeri şuan viran haldeydi. Kentin marmara kıyısı neredeyse tamamen boşalmıştı. Eski bir kilise ve kütüphane çevresinde kümelenen birkaç çiftçi kulübesinden ibaretti. Aynı kıyı şeridinde Psamatia (Samatya)’da birkaç iskele yer alıyordu.
Bizans halkının büyük çoğunluğu Rumlardan bir kısmı Ermenilerden ve bir kısmı ise Yahudilerden oluşmaktaydı. Bizans döneminde ermeni kiliseleri ile alakalı elimizde bir malumat bulunmamaktadır. Yahudiler ise 4. Ve 5. Yüzyılda Halkoprateia (Bakırcılar) içinde oturdukları, daha 318’de orada bir sinagogları olduğu bilinmektedir. 9. Yüzyılda yeni camii yöresinde, surları denize Porta Judece (Yahudi Kapısı) adıyla çıkışı olan yerde, daha sonra ise Galata civarında yaşadıklarını biliyoruz. Kentin bu mozaikli yapısı kültürel manada bir zenginlik olarak algılansa da Bizans için son yıllarda durum bu şekilde değildi. Dinler arası mücadeleler bir yana, kendi içlerinde ki mezhep kavgaları da son hızını almıştı.
Mezhep Kavgaları
Yarısı yıkık görkemli şehir kuşatma altındayken, kimi soylular ve varlıklılar günlük yaşamlarını tüm ihtişamıyla geçirmeye devam ediyorlardı. Artık tek tük kalmış villalar ve sağlam manastırlı mahallelerde şık giysili asiller tahtarevanları ve küheylanları ile görülebilmekteydi. Katolik düşmanlığı olabildiğince hız kazanmıştı. Sarap rahipleri, papazlar, diyakozlar imparatorla birlikte Kardinal İzidor’un yönettiği Katolik ayinine katılarak diğer Ortadoks din adamlarının nefretini kazanmışlardı. Katolik ayinlerden kaçan bu rahipler Patrik Genedious’un kapanmış olduğu manastıra saklandılar. Patrik iki kilisenin birleşmesini emreden Heneticon’u, yani imparator buyruğunu kafirce bir anlaşma olarak ilan etti. Halkın büyük çoğunluğu Patriği destekliyordu. Saray’ın ileri gelenlerinden Büyük Amiral Lukas Notrias da Katolik karşıtıydı. Onun için şu meşhur sözü söylemiştir: ‘’Kostantiniye’de Kardinal şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi yeğlerim’’. Buna karşın halk Amiral kadar bağnaz değildi. İki taraftan birini şeçmek gerekirse Hristiyanlık düşmanı Türkler yerine İsa ve Meryem dostu Latinlerin boyundurluğu altına girebileceklerini söylüyorlardı. Bu anlaşmazlık yüzünden Rumlar ve Latinler kentlerini birlikte savunmak yerine birbirlerinden kaçarak kenti savunmasız hale getirmişlerdir. Papazlar kendi düşüncelerine karşı çıkanlara öldüklerinde bile yardıma yanaşmıyor. Katolik dostu Ortadoks halkın günahlarını çıkarmıyor, manastırları boş bırakıyorlardı. Mezhep kavgaları bu şekilde hız kazanırken bir rahibe Büyük Perhiz gününde et yiyip Müslümanlığı seçtiğini açıklamıştı, Hristiyanları şaşkına düşürmüştü. Tüm bu iç ve dış değişiklikler batı medeniyetinin temel taşı olan Roma İmparatorluğunun kadavrası Bizans’ı sona doğru biraz daha yaklaştırmıştır.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre