Bazı insanlar; bir gül tohumunun kozasının içine kendini hapsetmesi gibi, saklı tutar kalbinin en ücra köşelerinde aşkı… Birgün, belki kutuplardaki gibi uzun bekleyişin ardından bir güneş parıltısı düşer üzerine, ardından çöle düşmüş yağmur tanesi gibi ıslatır kavruk toprağı ve çatırdamaya başlar en sert yerinden aşk tohumları.
İlk başta dokunamazsın filizlere, dokunursan zedelenir. İzlersin tazecik umutları öylece . Ta ki bir sabah gözlerini açtığın yatağın baş ucunda, tomurcuklarından kurtulup açan zambak yeşili, deniz mavisi yahut gecenin karanlığını dağıtan güneş sarısı çiçekleri görene kadar.
Sonra ruhumuzun rengarenk çiçekler misali rüzgarda dans ettiğini görürüz.. O rengarenk gül bahçesine eşlik eder, kozasından çıkmayı bekleyen rengin her tonundaki kelebekler. Bir kelebek düşün, kozasından kurtulup özgürce kanat çırpmak için. Elbette konduğu gül yaprağı da bekledi, tohumundan kurtulup rüzgarın ahenginde savrulmak için. Saatte bilmem kaç katı büyüyen bir kelebek gibi korkmadan büyütmek lazım aşkı da. Belki, belki de sen bir gül, bense bir nefeslik kelebeğim. Bu sebepten Yaşamak lazım ayrıntılarıyla hayatı… ben ise başladım aklıma mıh gibi kazımaya tüm ayrıntılarını. Mesela;
Dudaklarından çıkan her kelime, suya taş atılmışçasına büyüyor içimde. Nereye gitsem kulaklarımda, o yarı karanlık çocuksu gülüşün. Ya gözlerin; kızıl bi akşamüstünün serin huzurunu getiren gözlerin. Unutturur acıların karanlığını umduğundan daha kısa sürede.
Galiba asıl korkumuz sevmek değildi…
Onun arkasında gizlediğimiz sevilmemek korkusu…Küçük küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor, düştüğümüz çıkmazda bir teselli arıyoruz seninle. Belki de aynı korkular içindeyiz, birbirimizden haberimiz yok…
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre