Gün batımından önceki sarının üzerinde hakimiyet kurmuş hafif kızıllar ve parça parça kaybolmaya yüz tutmuş maviler en güzel bizim evin balkonundan seyredilirdi, önümüze kocaman bir apartman dikilmeden evvel.. Ben aklı ermeye yeni başlamış bir yaştayken kalabalık bir ailem vardı. Salonu çok da geniş olmayan, halıları temiz, duvarları hafif rutubetli odada tüm aile toplanıp televizyon izlerdik. Şu vakitlerin aptal kutusu olarak bilinen bu eşya o zamanalar benim ailemi bir araya toplardı. Hem öyle çok da kötü bir şey değil bence, biz reklam aralarında sohbet edip çay içer, birbirimizle dalga geçer, dizi bitince haftaya olacakları tahmin eder, tüm bunları yaparken de annemden hadi artık yatın diye azar işitirdik. Annemiz kızınca babamıza, babamız kızınca annemize sığınırdık.
Sonra ne mi oldu?
Büyüdük. Açık konuşmak gerekirse bu benim tercih ettiğim veya edeceğim bir şey değildi ama annemin dediğine göre, benim onun dizine yattığım gibi benim de dizime yatacak yavrularım olmalıymış, eğer olmazsa biz onun bize sahip olmasının ne demek olduğunu anlayamaz ve olacak torunlarımıza bunun güzelliğini anlatamazmışız.
Önce ablam büyüdü ve bir gün bembeyaz giyindi. İlk kez o gün buluştu tırnaklarım avuç içlerimle. Ardından ben büyüdüm ve fark ettim ki ben büyüdükçe gözlerim avuçlarıma inat tek damlasını esirgerken, tırnaklarım var gücünü kullanır olmuş. Eskiden olsa avcumdaki yaraları gidip hemen ablama gösterir, o vaktiyle dolup taşamamış gözyaşlarımı onun avcumu üfleyip, öptüğü vakitlerde harcayabilirdim. Ama artık beni eskisi gibi sarıp sarmalayacağından endişeliyim.
Ben küçükken büyümenin özgürlük olduğunu düşünürdüm. Meğer özgürlük televizyon karşısındaki üçlü koltukta babamın oturması, ben bişey anlatırken beni dinlememesi ama her şeye rağmen beni çok sevmesiymiş.
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre