Rüyadan Biraz Daha Fazla
Patrondan yediğim azarla işten sinirli bir şekilde çıktım. Kahretsin! 20 dakika geç kaldım bile. Annem çok evhamlı bir kadın olduğu hâlde inatla beni aramıyor, bugünler de biraz aramız açık. Üniversiteyi bitirmediğim için hâlâ bana kızgın, bir o kadar da haklı.
45 dakikalık otobüs yolculuğunda ihtiyacım olan iki şey var; şarjı olan bir telefon ve kaliteli bir kulaklık... İçinde para olan bir otobüs kartı da fena olmaz tabii. Aldığım üç kuruş maaşın hatrı sayılır bir miktarı otobüs kartı için gidiyor. Gözünü sevdiğimin sistemi...
Fakirlik düşüncelerimi kafamdan atmak için etrafımdaki insanları gözlemlemeye başladım. Şık ve zengin görünen insanları neden otobüste gördüğümü üç saniyeliğine sorguladım. Ya ehliyetleri yok ya da taksiler cidden çok pahalı...
Karşımda oturan adam tuhaf görünüyordu. Neye ve kime göre tuhaf? Bana ve bulunduğum ortama göre tuhaftı. Uzun sarı saçlarını örmüştü. Bakımsız, kısa ve rengi solmuş saçlarımdan ilk defa rahatsız olmuştum. Tuhaf görünen adama fazla bakmış olacağım ki beş saniye birbirimize anlamsız bir ifadeyle baktık.
İnmek için kalktım.
“Nereye gidiyorsun?”
Tuhaf adam sormuştu bu soruyu. Bana sorup sormadığını anlamak için ciddi bir çaba harcadım. Ağzımdan tek bir kelime çıktı.
“Eve.”
“Gitme.”
Bunu bana söylediğinde zemine çoktan ilk adımımı atmıştım. Otobüsün kapıları kapandığında arkama dönüp baktım ancak tuhaf adamı göremedim. Tuhaftı işte, her şeyiyle...
Gökyüzünde tek bir yıldız bile olmaması canımı sıktı. Aval aval yıldız ararken önümdeki taşı görmeyip yere kapaklanmam ışık hızını geçti. Siyah çorabım yırtılmıştı, parçalanmış dizimi gördüğümde ne yapacağımı bilemedim. Kandan iğreniyordum çünkü. Midem bir tuhaf olmaya başlamıştı bile. Kusmamak için inanılmaz bir çaba harcadım. Tuhaf sarışın adam aklıma geldi. Bunun için mi gitme demişti bana?
Saçmalama Dünya. Hayal dünyanı sınırlandırmalısın, dedim kendime.
Düşüncelerimden hızla uzaklaşmamı sağlayan şey hızla gelirken aniden fren yapan arabaydı. Yerden kalkamıyordum, çok güzel. Araba on metre kadar uzağımdaydı bağırıp yardım istemeyi düşündüm. Telefonumun şarjı bitmişti. Bugün daha ne kadar ters gidebilirdi diye düşündüm.
Tuhaf giden bir şeyler vardı. Hem de çok tuhaf... Gördüklerimin hayal olmasını dileyerek derin derin nefes almaya başladım. Paniğe kapılmamalıydım. Sakin olmalıydım. Gerçek olmasını dilediğin şeyler hayalden öteye gidemez ya, hayal olmasını dilediğin şey dibine kadar gerçekti işte.
Siyah ve pahalı arabadan ilk önce orta yaşlı bıyıklı bir adam inanılmaz bir sinirle çıkıp kapıyı sertçe kapattı. Yolcu kapısını açtı, siyah saçlı bir kadın vardı. Kadın ağlamaktan helak olmasına rağmen güzel görünüyordu. Adam sertçe kadının kolundan çekip ayağa kaldırdı. Ne konuştukları duyulmuyordu ancak kadının af diler gibi bir hali vardı. Adam hiç tedirgin olmadan, nereden çıktığını anlamadığım silahıyla kadını alnından ortasından vurmuştu.
Siyah saçlı güzel kadın, siyah arabanın yanında, siyah takım elbiseli bi adam tarafından siyah renkli bir silahla öldürüldü. Bir renk daha vardı. Kırmızı. Ölümün rengi. Siyah asfaltta ölümün izleri vardı artık. Adamın elleri bile titremedi. Titreyen bendim. Tuhaf sarışın adam her şeyi görmüştü ben ise deli olduğunu düşünüp üzerinde durmamıştım. Kaçmam gerek. Hızlıca kaçmam gerek. Arabanın plakasını göremedim ancak polisi arayıp arabayı ve adamı tarif edebilirim. Bunu yapabilirim. Adam cezasını çekebilir ve bende rahat uyuyabilirim.
“Bu kötü oldu, bugün iki kişi öldürmek istemiyordum.”
Düşündüğüm şey miydi? Demek korkudan düşüncelerime o kadar dalmıştım ki adamın yanıma geldiğini bile görmemiştim. Korkma Dünya. Zekanı kullan. Fiziksel olarak hiçbir şey yapamazsın ancak kadınlığını ve zekanı kullanabilirsin. Cesaretle kafamı kaldırdığımda adam silahını alnıma doğru çekmişti.
Siyah gözlerine baktım. Donuk. Yüzünü inceledim. Donuk. Tek bir ifade yok.
“Yaralı bir kadına el uzatmak yerine silah çekmek biraz uygunsuz olmadı mı sizce de?”
Sorduğum sorunun işe yaramasını dileyerek bekledim. Hala aynı donuk ifade değişen tek bir şey var, sol kaşının havaya kalkması. Uzun uzun beni incelemesi hem korkumu yenmeme yardımcı olmuştu hem de daha tuhaf hissetmeme sebep olmuştu.
Bileğimden sertçe tutup ayağı beni ayağa kaldırdı. Tabi buna ayağa kalkmak denirse. Artık parçalanan dizimin kanından midem bulanmıyordu. On metre ötemde kanlar içinde bir ceset yatıyordu. Ölümün kokusu bu kadar yakınken tek yapmam gereken yaşamaya çalışmaktı.
Siyah arabanın arkasında oturuyorum. Elim kolum bağlı değil. Hiçbir şey konuşmuyoruz. Ağzımdan tek kelime çıkarsa öleceğimi biliyordum. Sessizliğim salaklığımdan değildi elbette. Soğukkanlı olmam şu dünyada bir çok şeyde işe yaradı. Bunda da yarayacaktı. Emindim.
Siyah saçlı güzel kadını orada bırakıp şehirden uzaklaştık. Elbette o kadın orada kalmayacaktı. Bu adam o kadar aptal olamazdı.Sabah belediye görevlisi cesedin bulunduğu yerden geçip yerdeki yaprakları ve çöpleri toplayacaktı. İşi bitince yorulacak ağacın gölgesinde dinlenecekti. Ölümün kokusunu almayacaktı.
Bu yazıya 5 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre