Seni seviyorum’u çınladı kulaklarında. Sevdiği kadındı karşısında duran. Tam bir ilan-ı aşk değildi yaptığı; lakin yine de vereceği cevabı çok merak ediyordu.
“Seni SEVİYORUM!”
Bu muydu yani, bir insanın bir insana duyduğu özel sevginin tanımlaması… Sevmek birisini ve sevilmek birileri tarafından. Bu kadar mıydı, insanı yeri geldiğinde insana öldürten; bazen tek taraflı bazen de her iki taraflı bir acının yaşanmasına sebep olan “aşk” böyle sığ ve yavan kelimelerle yahut gereğinden fazla afili gösterilerle mi ilan edilmeliydi? Sahiden de böyle basite indirgenebilinir miydi “aşk”… Susuyordu, çünkü bunları düşünüyordu. Birinin apansızca ona böyle bir şey söyleyebileceğini daha önce aklının ucundan bile geçirmemişti. Ve şaşkındı. Bu şaşkınlık onu istemediği halde; gelip yine karşısına çıkmasından dolayı oluşan kızgınlığın bir yan ürünüydü. Sevmiyordu; inanmıyordu sevgisine insanın… Zira aşk hakkında konuşmayan kalmamıştı. Ve artık bu kelimeyi duyduğu her an, yani sevmek, hoşlanmak, âşık olmak gibi iyi niyetli birinin sevgisini bu masumane ifadeleri kullanarak açıklamaya çalıştığı her an cinnet geçirme raddesine geliyordu. Hem zaten dünyadaki ölümlerin çoğu, aşk yüzünden olmuyor muydu?
Susuyordu, zira aşka inanmayan ve inanmadığı için içine kapanmış olan yüreğinin uyuma ile teyakkuz arasında yaşadığı gelgitleri hissediyordu. Nasıl bir oyundu bu; Mevla gerçekten her şeyin tekmilini aşktan yaratmış ve aşk, maddenin en küçük yapı birimine mi dönüşmüştü?
Neden bu kadar zordu, bir insanı karşısındakinin sevgisine inandırmak! Nasıl oluyordu da sevdiği kadın; “seni seviyorum” kelimelerinin karşısında bu kadar rehavet bir yalnızlığın içinde kayıtsızca kalabiliyordu? Aşkın içinde, aşkı sevmeyen lakin sevemediği konusunda da yüreğiyle çelişkilere düşen oluyor muydu? Susuyordu, Mevla’nın onu böyle bir zorlukla sınamasını hayra yormaya çalışıyordu. Fi tarihinde kandırıp, oyuna getirdiği yüreğinin aslında hiçbir zaman oyuna gelmediğini anlamıştı.
Yürek, durduğu canın oyununa gelmez! Nasıl ki ruh ve beden farklıysa birbirinden, beyin ile yürek de o kadar farklıdır. Beyin çalışmak istemezse, yürek evhama kapılır; yürek acı çekerse, beyin durmadan “ağla” diye yalvarır.
Susuyordu;” galiba” diyordu içinden,” bu bir oyun değil ne de kandırmaca! Aşk her yerde ve herkesteydi. Eninde sonunda istiyordu kul, Mevla’nın yarattığı başka bir kulun kendisini sevmesini. Seven de istiyordu, sevilenin himayesi altına girmesini; sevilen de istiyordu, sevenin nezdinde apayrı bir varlıkmış gibi görünmesini.”
Mevla olmak her iki tarafa göre de değişiyordu. Aşk yüce bir duyguydu ve aşkı fazla olanın başka biri tarafından Mevla sayılması gayet anlaşılır bir davranıştı.
Seni seviyorum’u aksetti yüreğinde. Mevla değildi hiç kimse, lakin şu aşk bir Tanrıça’ydı nezdinde. Ve aşktan küçük kırıntılar taşıyan her kulun; bir Mevla’yı yaşattığına inanıyordu yüreğinde…
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre