TEK ARKADAŞIM
Çocukken hayatıma dokunan daha sonra hayatımdan bir türlü çıkaramadığım bir arkadaşım oldu. Üst komşumuzun oğlu Ali. Safranbolu’nun meşhur iki katlı evlerinden birinde yaşıyordum o zamanlar. Üst komşumuz Figen teyze annemle çok yakın arkadaştı. İkisi de ev hanımı olduğu için zamanlarının büyük kısmını birlikte geçirirlerdi. Birbiriyle dertleşir, beraber yemekler yapar, pazara beraber giderlerdi. Figen teyzenin oğlu Ali ile çok yakın iki arkadaştık. Ali zekasıyla herkesi mest eden, kurnaz ve haylaz bir çocuktu, başımın belasıydı. Bense çekingen, saf, utangaç, içine kapalı bir çocuktum o zamanlar. Ali her zaman birilerine bir şekilde zarar verir sonunda suçuna hep beni de ortak ederdi. Cezasına da tabi. Yine de Ali benim tek arkadaşımdı, onu severdim. Aynı tabaktan yediğimiz elmalardan 2 tane kaldığında küçük olanı alan tarafta oldum hep Ali’ye karşı. Belki de bu durum Ali’nin bana karşı tavırlarını şekillendiriyordu. Benim Ali’ye bakış açımla, Ali’nin bana bakış açısı çok farklıydı. Ben Ali’ye baktığımda çok yakın bir arkadaş, Ali bana baktığında sıradan bir adam görüyordu.
Bir kış akşamıydı, etraf çok sisliydi, Ali ile okuldan çıkmış eve gidiyorduk. Evimizin bulunduğu mahallede acı bir siren sesi duyduk. Koştuk gittik hemen. Evin önünde bir kalabalık ve sirenleri çalan bir ambulans vardı. Sedye üzerinde Figen teyze’yi götürdüklerini gördüm. O anda Ali’ye baktım, yıkılmıştı adeta. Uzun zamandır kanser hastasıydı Figen teyze. Ama bir gün bu manzarayı göreceğimizi beklemiyorduk. Figen teyzeyi o gün kaybettik. Ali’nin hayatta tutunacağı tek dal da o gün koptu. Babası zaten sarhoşun tekiydi, ayda bir eve gelir sağa sola bağırır, çağırır giderdi. Bu durum o günden sonra Ali’ye daha farklı bakmama neden olmuştu. Çok geçmeden Ali ailemizden biri olmuştu. Ailem için Figen teyzenin emaneti, benim için kardeş gibi bir arkadaştı artık.
Acıdığımdan mıdır, tek arkadaşım olduğundan mıdır bilmiyorum ama doğru da olsa yanlış da olsa Ali ne yaparsa yapsın destek verir olmuştum artık. Nefret ettiğim huylarını görmezden geliyordum.
Bir gün babamın cüzdanından para çalarken yakalandı. Babam çok kızgındı, bağırdı: ‘‘Git bu evden!’’ Hemen araya girdim. ‘’Gitmeyecek, o giderse ben de giderim’’ dedim. O gece babam ikimizi de dışarı attı, geceyi evin yakınındaki parkta geçirdik. Ali içinde bulunduğumuz durumu önemsemeden gülüp duruyordu. Sineye çektim…
Bir başka gün sınıftaki ecza dolabını kırmıştı. Okulun müdür yardımcısı geldi. Tüm öğrenciler ondan korkardı, öğrencilere kötü davranan, kaba ve sert bir adamdı. ‘’Kim yaptı bunu?’’ diye sordu. Ali itiraf edemedi çok korkuyordu. Aslında ben de korkuyordum. Kalktım ‘’Ben yaptım’’ dedim. Beni odasına götürdü, yaramazlık yapan çocukların iyi bildiği o demir cetveli çıkardı dolabından. Çok korkuyordum, Ali’nin yaptığını söylesem belki canım acımayacaktı ama arkadaşıma sadık kalmak istedim;söylemedim. O gaddar adam ellerime birkaç kez vurdu şu meşhur cetvelle. Canım çok acıdı, gözlerim doldu. Odadan çıktığımda Ali’yi gördüm. Onun için dayak yemiştim ama o başkalarıyla oyun oynuyordu. Ben Ali’nin umurunda bile değildim. Sineye çektim…
Yıllar geçse de bu döngü hep böyle devam etti. Ben hep Ali’nin yaptıklarını sineye çeken taraftaydım, arkadaşım Ali ise hep beni umursamayan tarafta. Ama nasıl oluyorsa hala arkadaş kalabiliyorduk. Bu arkadaşlığın bir gün bir yerde son bulacağını az çok kestirebiliyordum. ‘’Bir gün Ali’nin yaptığı bir şeyi her zamanki gibi sineye çekmeyip yüzüne vuracağım’’ diyordum içten içe. Açıkcası korkuyordum da arkadaşsız kalmaktan, yalnız kalmaktan. Çünkü yaptığı her şeye rağmen Ali benim tek arkadaşımdı.
30’lu yaşlara geldim Ali ile hala arkadaştık ve aynı evde oturuyorduk. Annemin evinde. Ali’nin yarattığı sorunlar yaşı ilerledikçe daha da büyüyordü. Korktuğum başıma gelmeye başladı. Bir gün eve kan revan içinde geldi. Dayak yemiş kumar borcu yüzünden. Annemin telaşlanmasını istemediğim için Ali’yi hemen banyoya götürdüm. Üzüldüm o haline, gözünden öptüm Ali’yi. ‘’Rahat ol, borcunu ödeyeceğim dedim.’’ Bir süre sonra borçlandığı kişileri buldum. Bana birkaç senet imzalattılar ve eğer senetleri tarihinde ödemezsem cezasını çekeceğim imasında bulundular. Tekin insanlar değillerdi, Ali yüzünden yine başım belaya girmişti.
Senetleri ödeyemiyordum, ödeme tarihi her geldiğinde ‘’Bir sonraki gün getireceğim’’ diyip geçiştirmeye çalışıyordum. Bu sırada Ali yeni borçlar yapmaya devam ediyordu. En sonunda anneme gidip durumu anlattım ‘’Borcu ben yaptım’’ dedim. Kazandığım 5 liranın yerde bulduğum 10 liradan daha değerli olduğunu öğreten annem, benim kumar yüzünden borç yaptığımı öğrenince çok üzüldü. Senelerdir içinde oturduğumuz evi satma kararı aldı. Evi satıp borcu kapattık. Ali’den kurtulmak istiyordum ama kurtulamayacağımı da biliyordum, aklımın bir köşesinde her zaman o baş belası Ali olacaktı. Çünkü o benim tek arkadaşımdı. Ali’den uzaklaşmak için Annem ile Didim’e yerleştim. Küçük ve sakin bir yerdi.
Bir sabah gündelik yaşamın sıkıntılarını üzerimden atıp birkaç saat rahatlamak için sahile balık tutmaya gitmiştim. Balık yakalayacak olmanın verdiği çocuksu heyecanı en derinlerime kadar hissediyordum. Misinanın ucundaki çengele, küçük bir tavuk eti parçası taktım. Bir yandan sabahın o temiz havasını içime çekiyor, çektikçe rahatlıyordum. ‘’ Oh be, dünya varmış ’’ diyordum içten içe. Kendimi huzurlu hissediyordum. Küçük şeylerle mutlu olmanın önemini bilen biri olarak, o anın tadını çıkarıyordum. Oltamı iskeleden denize doğru fırlattım. Oltanın misinasının havaya yükseldiğinde çıkardığı o ince sesi duyduğumda yaşadığım mutluluğu tarif edemem. Aslında sadece o sesi duymak, duyup da mutlu olmak için gidiyordum sahile. Balık tutmak bahanesiydi işin. Oltamı denize fırlattıktan sonra, iskeleye yanaşan gemilerin bağlandığı demir halatının üzerine oturdum ve beklemeye başladım. Çok geçmeden oltanın misinasının gerginleştiğini fark ettim. Balık vurmuştu, hemen misinayı heyecanla çekmeye başladım. En sonunda Didim’de çok rastlanan küçük, sevimli bir Karagöz balığı oltanın ucundaki çengelde belirdi. Kurtulmak için çırpınıyordu pervasızca. Kurtulamayacaktı, bunu biliyordu ama yine de çırpınıyordu. O an durdum ve düşündüm. Bir balığın oltaya takıldığı andaki o çaresizliği hiç yaşamış mıydım? Ya da kurtulamayacağımı bildiğim halde kurtulmaya çalışmış mıydım birinden, bir şeyden?..
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre