Bomboş sokaklar ne güne duruyordu ki zaten? Yalnızlık denen kavramı sil baştan tanımlamaya yaramazlar mıydı? Adımlar ne güne vardı ki zaten? Yıkılmamak için durmayı sağlamazlar mıydı? Peki bize kim öğretir yıkılmamayı?! Dimdik durabilmeyi? Genç adam bunlarla savaşıyordu zihninin derinliklerinde. Olmak ya da olmamak değildi mesele. Yerden kalkabilmek de gizliydi bütün formüller.
Genç adam bütün kararlılığını toplamaya çalışmıştı adımlarında. Kaldırımlarında sessiz çığlıkların gizli olduğu bir sokakta yürümeye çalışıyordu. Evler birbirleri ardına sıralanmışlardı. Genç adam bir sesle irkildi. İnce bir sızıydı karanlığı delip geçen. Sokak lambalarının aydınlatamadığı bir köşede gizlenen korkusuz bir vedaydı belki de. Genç adam etrafına bakındı öncelikle. Kimsecikler görünmüyordu, beyaz bir eteğin ucu dışında. Küçücük ve ince bacaklar geliyordu ardından. Kısacık parmakların sıkıca kenetlendiği oyuncak bir ayıcığın gülümseyen yüzüne kısacık saçlar serpilmişti. Küçük omuzlar, hıçkırıyor gibiydi ince ince. Genç adam, kaldırıma oturdu usulca. Küçük kız, adamı görünce irkildi önce. Mavi gözlerinde biriken yaş demetlerini sildi. Kızarmış gözler bir tutam korku ve biraz da buğulu bakıyorlardı. Genç adam gülümsedi. Amacı ona zarar vermek değildi. “Merhaba küçük hanım… Amacım seni korkutmak değil. Yalnızca senin neden burada olduğunu merak ettim. Kayıp mı oldun?”. Genç adam olabildiğince büyük bir masumiyet ve sevgi yerleştirmişti bakışlarına. Bilirdi yalnızlığı. Acıtırdı. Küçük kızın gözlerindeki korkuyu görebiliyor ve hatta hissedebiliyordu. Küçük kız, karşı apartmandan gelen yüksek dozajdaki seslerden sonra bir kez daha elindeki oyuncağa sarılmış ve sıkıca ağlamıştı. İnce ve küçük omuzları o kadar güçsüzdü ki! Genç adam anlamaya başlamıştı neler olup bittiğini. Üzerindeki montu çıkartmak için gerindiğinde küçük kız siper etmişti küçük kollarını çelimsiz vücuduna. Genç adamın içi titremişti. Dişlerini sıkar halde buldu kendini bir zaman sonra.
Küçük kızın ince ve güçsüz omuzlarında yerini aldı adamın montu. “ Bana adını söylemek ister misin?” dedi genç adam. Fakat nafileydi. Korkak bir çığlık, konuşmayı bilmezdi. Genç adam pes etmedi. Konuşmaya devam etti. Okula gidip gitmediğini, kaç yaşında olduğunu, kardeşi olup olmadığını, anne ve babasının nerede olduklarını, en sevdiği rengi, masal bilip bilmediğini, oyuncağının adını ve daha nice soruyu sordu; küçük kız buğulu gözlerini yerden ayırmamakla yetindi. Böyle öğretilmişti. Genç adam bir süre sessiz kaldı derin bir iç çektikten sonra. Aklına gelen fikirle de gülümsemişti istemsizce. Yabancılarla konuşmaması öğretilmişti büyük bir ihtimalle, dinlememesi değil. Derinlerde bir yerlerde bir nefes aldı. Gülümsemesini de yanına şahidi olarak davet etti. Herkesin hazır olduğuna karar verince başladı anlatmaya. Karanlık, renklenecekti.
-Benim adım Deran. Kardeşim yok. Müzik dinlemeyi ve dans etmeyi çok seviyorum. En sevdiğim renk de siyah. Ama sanırım seninki de pembe. Annemin up uzun saçları var ve ben onlarla oynamayı çok seviyorum. Koskocaman duvarları olan ama içinde hiç insan olmayan bir okula gidiyorum. Korkutucu canavarlarla dolu orası.
-Canavaylağdan kolkmuyo musun?
-Hayır. Çünkü eğer her gün onlar için resim çizersem beni ısırmıyorlar.
-Lesim yapınca kolkuyola mı senden?
-Evet.
-Bütün hepsi kolkal mı?
-Hem de hepsi.Peki sen korkar mısın canavarlardan?
-Evek.
-Evet mi demek istedin?
-Evek.
-Resim yapmayı sever misin?
-Evek.
-Karanlıktan korkar mısın peki?
-Evek.
-Neden buradasın o zaman?
-Babamdan daha çok kolkuyolum. Dedi küçük kız, gözleri yeniden buğulanmıştı. Oysaki karanlık renklenmeye başlamıştı! Yeniden yüksek dozajlı sesler sarmaladı sokağı. Küçük kız birazcık yaklaştı genç adama.
-Babalardan korkulmaz ki…
-Sen de kolkal mısın babandan?
-Korkmam.
-Hiç mi?
-Hiç.
-Gelçekten mi?
-Gerçekten. Sen de korkmamalısın.
-Ama o güçlü.
-Sen de güçlüsün.
-Değilim. Baksana. Benim kollalım daha küçük! Yuyu bile ağıl geliyo bana!
-Yuyu mu? O kim?
-Bak bu Yuyu. Dedi küçük kız elindeki oyuncağı göstererek. O sırada karşılarındaki apartmanın kapısı açıldı hızlıca. Bir adam ve bir kadın çıktılar apartmandan. İkisi de aynı telaşın içindeydiler sanki. Adam, biraz orta yaşlarında gibiydi. Uzun boylu ve yapılı bir vücudu vardı. Yüzünde kesilmeyi bekleyen uzun siyah sakallar ona çizgi filmlerdeki kötü adam havası veriyordu. Kadın ise daha narin bir yapıya sahipti. Sarı ve kıvırcık saçlarından bir tutam düşmüştü gözlerinin önüne. Adama nazaran daha kısaydı. Küçük kız hemen ayağa kalkmıştı. Deran’ın montu ise daha fazla duramamıştı küçük omuzlarda. Genç adam da ayağa kalkmıştı. Kadın gözlerinde bir tutam yaş ile küçük kıza sarılmıştı.
-Ben küçük hanımı burada tek başına görünce… Başına bir şey gelmesin diye ona eşlik ediyordum.
-Teşekkür ederiz. İyi akşamlar.
-İyi akşamlar. Dedi genç adam da. Yere düşen montunu almak için eğildiğinde küçük adımları gördü hemen karşısında. Yüzünde ufak bir gülümseme vardı. Genç adam dizlerinin üstündeydi artık. Küçük kızın küçük ellerinden tutmuştu. Arkada duran adamın bakışları önemli değildi onun için. Küçük kız, genç adamın kulağına eğildi ve adını fısıldadı gülümseyerek. Genç adam da ona korkmamasını fısıldadı. Bakışlarıyla vedalaştılar sonra da. Küçük kız paytak adımlarla annesinin kucağındaki yerini alırken, genç adam da usulca el salladı, “ Resim çizmeyi unutma İlda.”
Genç adam usulca devam etti yoluna. Küçük kızın karanlığı boyamayı öğreneceğinden emindi. Belki de öğrenemeyecekti. Fakat bir şeyi değiştirmezdi bu. En azından renkleri sevecekti. Sıra kendisindeydi. Şimdi de onun renkleri sevmesi gerekecekti. Evine yaklaştıkça içinde büyük bir boşluk birikiyordu. Bir yarısına yaklaşırken diğer yarısından uzaklaşıyordu her defasında. Fakat annesine söz vermişti bu konu hakkında. Belli bir saate kadar babasının yanında kalabilirdi. Evinin kapısının kilidi dönerken sessizce son anlar canlanıyordu gözlerinde. Sessizliği bozmadan eve girdi genç adam. Ayakkabılarını çıkarttı sessizce. Saat biraz geç olmuştu büyük bir ihtimalle de annesi uyuyordu. Montunu çıkarttı. Karanlıkta yürümeye alışıktı. Bu yüzden gerek duymadı ışıkların varlığına. Ezberlediği gibi annesinin odasına gitti usulca. Siyah ve dalgalı saçlarından anlardı onun yorgunluğunu. Nefes alışları da kısa kısaydı. Yatağın ucuna oturdu. Annesi gözlerini araladı. Oğlunu sorguya çekecekti ki. Genç adam annesinin narin yanaklarından öpüp hafifçe kıvrıldı annesinin koynuna. Arık genç bir adam değil; babasını kaybettiği yaşlarda ufak bir haylazdı. İkisi de uykuya daldı. Babasının toprağında büyüyen çiçek ise onları izledi. İkisi de en derinlerde bir yerlerde adamın gülümsemesiyle onlara sarıldığını hissetti. Haylaz çocuğun karanlığındaki bir köşede ise İlda resim yapmaya devam ediyordu. Karanlık renkleniyordu, güneş gökyüzünü yeryüzüne çevirirken…
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre