Ölü Çalışmalar

Penceremizi her açtığımızda başka bambaşka manzaralar görürüz. Bir gün sokakta oynayan çocukları, bir gün aşıkları… Her gün değişir güneşle beraber gördüklerimiz. Fakat tek şey değişmez: belediyenin yol çalışması. Seçim öncesi ve seçim sonrası olmak üzere 2 yılda bir başlayıp her bir çalışmanın 3’er yıl sürdüğü, yalnızca seçim öncesinde ve seçimden sonraki ilk 2 ay biraz daha nefes aldıran belediye çalışmaları ülkece vazgeçilmezimiz. Bir de vefakar başkanlarımızın doğalgaz için kazdığı ama sonra kapatmadığı yollarımız var.

Birçoğumuz neredeyse her gün dışarı çıkıyoruz. Kimimizin yanında küçük çocuk oluyor, kimimizin yanında yaşlılarımız yani anlayacağınız rahatlıkla ‘zıplayarak’ o yollardan geçemeyecek vatandaşlar. Sizlere bunun zorluğunu ve olası felaketlerden bir örnek:

Anneciğimle evdeyiz bir gün. Yengemin işi varmış acil kızıma bakar mısınız dedi. Kim kabul etmez, edemez? Biz de kabul ettik. Kız geldi 3-4 yaşlarında. İlk başta yanında annesinin olmayışından olan buruklukla sessiz sedasız oturdu. Hareketli bir çocuğun oturmasına dayanılamaz tabi. Bende rahat hissetsin diye elimden geleni yapıyorum. Anlayacağınız türlü şebeklikler. Sonrasında iyice ısınıp alışmış olacak ki bu sefer biz dur, etme diye peşinden koşmaya başladık. Küçük bir kafeste beyaz-yeşil tonlarında bir muhabbet kuşumuz vardı. Önce kafesin içinden zavallıyı dürttü durdu. En sonda bir boşluğumda kafesin kapısını açmış. Havada sıcak olunca vedalaşmış olduk kuşla. Ne ara çıktı gitti pencereden göremedik bile. Bu sefer bizim ki tutturdu aşağı ineceğim, oyun oynayacağım diye. Ben yaşımı almışım, annem zaten mutfakta canavarı doyuramıyor daha doğrusu bir şey beğendiremiyor. Nasıl inelim? Baktım karşı komşunun çocukları da aşağıda oynasınlar dedim bende pencereden bakayım. Tabi bu arada sokağın yolları berbat ‘doğalgaz gelecek!’. Aşağı indi bir güzel en neşeli kahkahalarla oynuyor. Gözlerinin içindeki ışıkla tüm karanlıklar aydınlanır sanırsınız. O sırada ondan mutlusu, benden çok sırıtanını bulamazsınız. Sevdiğiniz hele de sizin kanınızdan canınızdan olan birisini seversiniz, vazgeçemezsiniz. Bir de küçük, şen, kahkaha dolu birini asla yanınızdan ayırmak istemezsiniz. Gününüz aydınlanır, unutuverirsiniz tüm dertlerinizi, günlük stresinizi ve telaşınızı. İşte aynen o mutlulukla o hevesle izliyordum onu.

Evimizin az ilerisinde çalışma sırasında çıkarılmış tam takılmamış bir rögar kapağı var. Hem dengesiz duruyor, hem de hafif aralık. Geçtiğimiz günde yağan yağmurun etkisiyle açıklıktan simsiyah sular görünüyor. Ama bizim ufaklık memnun halinden. Gülmekten akan gözyaşlarını elinin tersiyle silip, önüne düşen buklelerini başını hafifçe geriye atarak kaldırıyor boncuk gözlerinden. Bir ara diğer çocuklardan biraz uzaklaştı. Saklambaç oynuyorlar haliyle uzaklaşacak. Rögar kapağının oraya doğru koşmaya başladı minik bacakları ne kadar açılabilir ve hızlanabilirse. Her şey salisenin belki de milyonda biri hızıyla gerçekleşti. Gördüğüm tek şey dışarı taşan siyah suydu.

Telefona sarıldım. Annem zaten ne olduğunu anlayamadı bile. Nedendir bilmem 112’yi aradım. Ben konuşamıyorum karşımdaki adam dinleyeceğine konuşmayacaksanız kapatayım diyor. Zar zor izah ettim olayı. Bizi değil itfaiyeyi arayın demesin mi? O sırada nerden gelsin aklıma itfaiyenin numarası. Herkes toplanmış kapağın oraya birşeyler sallandıran mı dersiniz, seslenenler mi dersiniz? O küçücük beden nasıl tutabilsin o ipi? Nasıl duysun o karanlık suyun içindeki minik kulaklar? En nihayetinde arayabildim itfaiyeyi. Durumu izah etmeme kalmadan ‘Gönderiyoruz en yakındaki aracı’ diyen ses sanki en büyük umut ışığıydı. Şuan için tek pişmanlığım ona yapma, etme demelerimdi. Ya bir şey olursa ona? Ya bir daha parlamazsa gözleri?

Kaç dakika geçti bilmiyorum. Bildiğim tek şey ağzımdan çıkmak üzere olan kalbim ve onun mutluluk gözyaşlarını silerken yaptığı gibi elimin tersiyle gözlerimi silmemdi. ‘Bulduk bir şey’ diyen itfaiyecinin ne bulduğunu, ne halde bulduğunu görmeye gücüm kalmamıştı. Dizlerimin bağı çözüldü, dermanım kalmamıştı. Diyebildiğim tek şey; ‘ona bir şey olamasın’dı.