İnsan olarak herzaman iyi tepkilerle karşı karşıya kalmıyoruz… Bazen öyle bir noktaya geliyoruz ki artık sıradan olarak sürekli kendimizi sorgulamaya başlıyoruz… Size bu baskının nasıl bir şey olduğunu anlatamam. Herkes yaşadığınca hisseder bunu. Yapacağımız veya yaptığımız bir eylemden sonra yanlış ve gereksiz eleştirilmek insan olarak o kadar acı verici oluyor ki, bazen hiçbirşeyi yapmaya istek bile duyamıyoruz içimizde. Bazen insanların yüzünde ki mutluluğu görmek kalbimizin temizlendiğini hissettiriyor. Ama herzaman tepkimizin bu olduğunu söyleyemem. Biz ne kadar bir noktada insanlara iyi yaklaşsakta, bazen filmin içinde olmayan bazı öğeler, filmin daha sonunu görmeden başından atıp tutmaya ve insanları eleştiri bombardımanına tutarak, sanki tüm dünyayı yıkan o insanmış gibi, onu söz yağmuru ile yerle yeksan etmeye çalışıyorlar… Sonra diyorum ki insanlara bu şikayetimi yazarak açıklayayım… Hem belki benimle hiç bağlantısı olmayan insanlar, herhangi bir noktada birilerini dışarıdan yargıya mahkum tutuyorsa, belki bunu yapmaktan vazgeçeceklerdir… Ve ben yine düşünceleri dile getirmiş olacağım… Benim gibi hisseden biri aşağıdaki gibi düşünüyor olabilir;
İnsanlar ısrarla, yine yeniden başlıyor konuşmaya… Tutarsızlığını ve ayarını bilmeden sözlerinin, ardısıra sıralıyor, yaralı ruhumuzu kurşun misali delip geçecek o sözleri… Kulağıma fısıldıyorlar inceden inceden. Ve ben konuşmadan susmak istiyorum bazen... Yada haykırmak istiyorum cümlelerle. Bizi yaralayan bu sözleri fütursuzca savuranlara farkettirmek istiyorum… Verdikleri acıyı onlara göstermek istiyorum. Belki de bir noktada biz iyilikseverler olarak hata yapıyoruz diye düşünmüyor değilim… İnsanlara çok canayakın, sıcakkanlı, saygılı, mütevazi yaklaşmak, sürekli belli bir güruh için garip ve anlaşılmaz geliyor… Garipseniyoruz, bazen de örseleniyoruz. Sonra şunu farkediyorum uzun uğraşlar sonucunda… Bizim yaklaşımımızda hiçbirzaman kötü veya yanlış olmamıştı… İnsanlara hep olması gerektiği gibi yanaşmıştık. Ama galiba insanlar iyiliğe çok alışık değiller. Hayatlarında iyilik yapmak hep bir alışveriş misali olmuş olsa gerek. İyilik görmediği insana iyilik ile yanaşmamak onların temel prensibi olmuş. Almadan vermemişler, sevilmeden sevmemişler, en kötüsü de insana değerini bile değerince vermemişler… Hep bir şeyi eksik bırakmışlar. Karşılıksız iyilik yapanın eylemlerinde de bir bit yeniği aramışlar… Bazen diyorum ki kendi kendime, bizler bir derviş misaliyiz bu hayatta… İnsanlara iyilik yaparak rahatlayan ve birilerini kurtararak, belki de onu hayata kazandırmaya çalışıyoruz. Ama bazen iyilik yapmak istediklerimiz veya dışında kalanlar uzattığımız eli ısırıyorlar… Acıyor tabi ama yine de uzatıyoruz… İnsan yine ısırıyor ve biz tekrar tekrar uzatıyoruz… Eller parçalanma noktasına geliyor, vazgeçemediğimizden. Bunu görenler bizimle dalga geçiyor. Bazen adımız salak oluyor, bazen ahmak oluyoruz… Bazen insanlara göre bizi sakız misali çiğneyip sonra atıyorlar… Ama ben biliyorum ki insanın fıtratında iyiye ve iyiliğe karşı bir tereddüt var… İyi olanı, önce ısırmak var… Onlar fıtratlarının gereğini yapıyor diye bizler de fıtratımızdan vazgeçmemeliyiz… Vazgeçmeyeceğiz, eller parçalansa bile…
Eğer bunu okuyan biri varsa şunu anlatmaya çalışıyorum… Elbetteki hepimizin yargıları var. Ama dışarıdan gördüğümüz şekilde, insanları asla yargılamamalıyız. Evet belki düşündüğümüz gibi kötü biri olabilir. Eleştirilmeye, konuşmaya ve muhabbete değmeyecek kadar aşağılık hareketleri olabilir ve onu yargılama hakkını kendimizde görebiliriz… Ama ya düşündüğümüz gibi değil ise? İşte o zaman vay halimize. Bu riski aldığımız için, bir insanı olmaması gereken derecede üzdüğümüz için… Vay halimize!
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre