Devletler kendi iç düzenlemelerinde nasıl ki bir iç hukuka ihtiyaç duyuyorlarsa, bu devletlerin diğer devletler ile aralarındaki ilişkileri düzenleyen bir hukuka ihtiyaçları vardır. İşte bu hukuka uluslararası hukuk adını veririz. II. Dünya savaşından sonra önemi fazlası ile anlaşılmasına rağmen bugün hala uluslararası hukukun tüm dünya için var olup olmadığı yahut sadece belli devletlerin tekelinde olup olmadığı tartışma konusudur. Uluslararası hukukun en temel amaçlarından, belki de en önemlisi olan içinde bulunduğumuz şu dünyanın daha yaşanılabilir bir yer olmasını sağlamaktır. Tün dünya insanlığı olarak yirmi birinci yüzyılda fark ettik ki yerküremiz belli şekillerde alarmlar vermeye başlamış bulunmakta; kutupların erimesi, çeşitli hayvan ırklarının yok olması, su yetersizliği gibi çevresel faktörlerdeki bu uyarılar kısmende olsa insanlığı uyardı ve nisbi oranda da olsa harekete dahi geçirdi. Ancak bu duyarlılığın aynısını insanlık olgusu için söyleyemeyeceğim.
Kendisinin muasır devlet ve modern hukuka tabii olduğunu söyleyen ülkeler bir takım suçları diğer suçlardan ayırarak, bunlara ayrı bir önem çevrelerine göstermiş belli setler çekerek işlenme oranlarını en aza indirmeye çalışmışlardır. Bu çalışmalar belli dönemlerde nazari belli durumlarda ise tatbiki olarak uygulanmıştır. Yukarıda ifade ettiğimiz bu suçlar ‘’insanlığa karşı işlenen suçlar’’ adı altında toplanmıştır. Bunlar:
Kişileri bilimsel deneylere tabi kılma
İşkence, eziyet veya köleleştirme
Cinsel saldırıda bulunma
Çocukların cinsel istismarı
Zorla hamile bırakma, zorla fuhuşa sevk etme
Kasten öldürme, kasten yaralama fiillerinin; siyasal, felsefi, ırki yahut dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesidir.
Biraz önce bahsettiğimiz bu olgular II.Dünya savaşından sonra oldukça sık kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bizim bu tabirleri duymamız biraz daha önce ki bir tarihe dayanmaktadır ve bu duyuşumuz oldukça ironik, haddinden fazlaca sevimsizdir. 28 Mayıs 1915’te İngiltere, Fransa ve Rusya’nın, Türkiye’deki Ermenilerin katledildikleri iddiasıyla yayınlamış oldukları deklarasyonda yer almıştır. Yukarıda bir suçu, ‘insanlığa karşı işlenmiş suç’ statüsüne koyan unsurların neler olduğu gaye aşikârdır. Şimdi tarih yapraklarını çok değil günümüzden yirmi beş yıl öncesine çevirmek istiyorum. 26 Şubat 1992 yılında Karabağ’da Uluslararası hukukun yüzüne kan sıçradı. 613 sivil Azeri türkü o gün orada kasten ve planlı olarak öldürüldü, işkenceye maruz kaldı, tecavüze uğradı anlaşılacağı gibi vicdan perdesinin kalktığı bir durumla karşılaştılar. Memorial insan hakları izleme örgütü, The NewYork Times Gazetesi ve Times dergisine göre bu vahşet Ermenistan’ın ve 366. Motorize piyade alayını (8. Süvari kolordusu, II.Dünya savaşında doğu cephesine katılan Sovyet süvari kolordusu)’nın desteğindeki ermeni güçleri tarafından gerçekleştirildi. Ayrıca ermeni kuvvetlere komutanlık yapmış bugün Ermenistan devleti cumhurbaşkanı Serj Sarkiyan ve Markov Melkonyan ‘ın aktardığına göre Kardeşi Monte Melkoryan, katliamın ermeni kuvvetler tarafından yapılan bir hınçsal sindiri olduğunu söylemiştir. Günümüzde Azerbaycan devlet kaynaklarını incelediğimiz zaman 83 çocuk, 106 kadın ve 70 ihtiyarın öldürüldüğü, 487 kişinin yaralandığı, 1275 kişini rehin alındığı ve 150 kişinin kayıp olduğu görülmektedir. Bağımsız laboratuvarlarca yapılan incelemelerde birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, uzuvlarının kesildiği ve başlarının koparıldığı tespit edilmiştir. Mağdurların ifadeleri durumun vahşiyetini akıl almaz seviyelere çıkaracak nitelikte, hamilelerin rahimleri parçalanarak alınan ceninler süngülere takılarak dolaştırıldığı kaydedilen raporlarda bulunmaktadır. Ermenistan cumhurbaşkanı yine başka bir beyanatında şöyle demektedir: ‘Hocalı’dan önce Azeri Türkleri bizim şaka yaptığımızı zannediyordu. Ermenilerin sivil halka el kaldırmayacaklarını zannediyorlardı. Biz bunu kırmayı başardık ve olay işte bu, bunu anlamalıyız.’ Yazımızda olayı resmi kaynaklar referansında izah etmeye çalıştım ancak şu bir gerçek ki olayın resmiyete yansıtılmayan kısmı çok daha acı. Anlaşılacağı gibi yaşanan bu olay planlı ve kasti bir şekilde bir etnik gruba karşı öldürme, yaralama, işkence, tecavüz, hürriyetten yoksun bırakma gibi bir cok suçu barındırmaktadır. Günümüzde 1915 Sözde Ermeni Soykırımı Safsatasını tekrar tekrar önümüze sunanlar için bugün karsta, Iğdır’da, Erzincan’da, Erzurum’da, Batum’da, Erivan’da bizatihi tüm Kafkasya’da dönemin su kuyuları, toplu mezarları açılsa ve klinik raporlara tabii tutulsa bu iddiayı diretenlerin ve batının yüz rengini merak ediyorum. İnancım şu ki bundan birkaç yıl sonra kimse ermeni adını almak istemeyecek, dedelerinin ayıbı torunlarını alaşağı edecek.
Kabul ediyorum bir soykırım vardır. Ancak Ermenilere karşı değil bilakis Türklere karşı olan bir soykırım.
Şükrü SARIDERE
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre