Türkiye'de İşsizlik mi Varmış Ya?

          Türkiye’nin devlet adamları, yukarıdaki başlıkta verilmek istenen, hissettirilmek istenen alaycı tutum içindedirler. “Türkiye’de işsizlik mi varmış ya, kim demiş söyleyin bakalım, alalım ayağımızın altına! Biz İslam devletiyiz, elhamdülillah yoksulu doyurur, giydirir bakarız; işsizlik mişsizlik hayal etmeyi sevenlerin rüyalarında gördükleri bir meseledir.”  

         Vahim bir durumdur bu. Devletin, Türkiye İstatistik Kurumu’nun işsizlik sonuçlarının, işsizlik oranı sayılmayacağını kabul etmiş gibi bir tavır takınıp, kendini aslında sahiden hiç böyle bir sorun yokmuş gibi nahoş bir hayal ile uyutmaya çalışması vahimdir. Devlet dediğin uyanık olmalıdır. Gece yarıları mesaiden dönen karnı aç fabrika işçilerini, mahalle çöpçülerini ve benzeri yine aynı şekilde herkes gibi ekmek derdinde olup ekmeğini yanlış yollardan kazanmayı tercih etmiş travestileri, fahişeleri görmelidir. Mamafih görmesi gereken sadece bu güruh değildir; işsizler de devleti uyanık tutmalıdır. Öyle ki devlet çocuğu hastalanmış bir anne gibi geceler boyu başında durmalıdır işsiz vatandaşının, ona derman olacak bir iş bulduğunda yüreği huzura kavuşmalı ve o zaman “elhamdülillah işsizlik yok ülkemizde Clinton hanım” diyebilmelidir içinden, alçakgönüllülükle…  

         Ama tabi burada bu satırları okuyanlar, asıl hayalperest olanın “devlet” değil, “ben” olduğumu söyleyecekler. “Vah zavallı yavrucak, aklını mutlu sonlarla bozmuş, durmadan dinlenmeden bunları yazıyor, halbuki bilse…” neyi bilsem, yazdıklarım hakkında istediğinizi düşünmekte serbestsiniz lakin böyle düşünürseniz şayet siz de en az benim hayalciliğim ile devletin umursamaz alaycılığına batmış olursunuz.  

        İzmir’in merkez ilçesinde, Atatürk İl Halk Kütüphanesi vardır. Bu kütüphaneye gidiş gelişlerim, işsizlik meselesini daha iyi kavramama yardımcı oldu. Gündelik hayatın olağan çalışanlarıyla karşılaşmakla beraber, en umutsuz, çaresiz dalgın satıcılar ile ekmek derdinde olup kara kara düşünenlere de rastlardım. Kaldırımlardaki küçük fırıncıklar-önceleri gevrek, boyoz satanlar(İzmir’de simide gevrek denilir, boyoz da bir tek buraya özgüdür) sonradan bu küçük tablalarını kırmızı renkli üzerinde ekseriyetle Acarlar yazısı olan seyyar bir arabaya çevirip, içine envai çeşit hamur işi koydular, bunun için küçük fırıncık diyorum- geniş bir beze toka, takı, mendil koyup satmak için uğraşanlar veya bu satıcıların yaptığını yapmayıp, tokaları, naylonları, ev için elzem olan küçük eşyaları ellerine, kollarına asıp yürüyerek satıcılık yapanlar, otobüs şoförlerinin dinlenme tesisindeki piyangocular, kentkart dolum gişeleri ve tabi İzmir’e en çok yakıştığını düşündüğüm doğulu midye satıcıları… Bu satıcıların iyisi yedi düveli de doğulu olandır. Çünkü ülkemizde Doğu tarafına özgü yemekler ağır baharatlı ve yağlıdır. Dolayısıyla doğulular midye gibi meşakkatli bir yemeğin lezzet hünerlerini de bilirler. Bilhassa yaz aylarında, otobüslerde taşınan o sıkı sıkı paketlenmiş midyelerin kokusu poşetin bir yerinden sızar ve buram buram midye kokar ortalık. Kimi Avrupai kadınlar yüzlerini ekşitir "ay yine mi bu koku ya, kurtulamadık gitti" dercesine yelpazelerini sallayarak... Tabi o sırada, poşetteki midyelerin satıcısı, "yer yarılsa da yerin dibine girsem, kimse anlamasa bu kokunun elimdeki poşetten çıktığını" diye düşünerek kan ter dökmektedir. Oradan birileri de şöyle diyemez ki hiç: 

         "Utanma kardeşim, yer yarılsın, ama yerin dibine sen girme. Senin yaptığın işi hor görenler girsin!" Sonra da "İŞSİZLİK" kavramı, çınlar durur kafamda, eve gelene kadar. Hele ki o midye satıcılarının yaşıtlarımdan olduğunu fark ettiğimde, koyu bir hüzün kaplar içimi. İskeleye yanaşmış vapurdan  inen, garbın manken erkeklerine özenmiş, havalı fiyakalı bir gence takılır o sıra gözüm. Yanındaki kız arkadaşını da fark ederim. Bu iki gencin karşısında da, onlarla ve benimle yaşıt olan midye satıcısı vardır. "Haksızlık, adaletsizlik, ne gelirse bu ülkenin başına o devlet adamları yüzünden, şunların zenginliği bir işe yarıyor mu acaba kendilerini cehenneme sürüklemekten..." gibi düşüncelerime, martıların çığlığı eşlik eder. Ve o an şunun olmasını isterim: 

       "Vapurdan, kız arkadaşıyla inen havalı fiyakalı genç, yaşıtı olan midye satıcısına doğru ilerler ve şunu söyler: "Kardeşim, midyelerin hepsini alıyoruz, çünkü ben midyeyi çok seviyorum!" Midye satıcısı, havalı fiyakalı gencin açgözlülüğü karşısında şaşırsa da, malının hepsini tek seferde satabileceğinin sevinciyle "hemmen abicim" diyerek doldurur poşete midyeleri..." 

       Şimdi diyeceksiniz ki "başka bir mutlu son hikayesi..." Değil! Mutlu son hikayelerinde herkes mutludur. Halbuki anlattığım hikayede, midye satıcısı gencin, içinden  "yarınki midyeler de böyle satılsa" diye dua ettiğine değinmedim bile. Veya havalı fiyakalı gencin yanındaki kız arkadaşının, babası için bir iş ayarlayıp ayarlayamayacağı konusunu, yanındaki  sevgilisine söyleyip söyleyememekteki tereddüdünü de es geçtim. 

        İşsizlik,  şehirlerde mahalle aralarında kuytu köşelere saklanmış fakat ansızın önünüze çıkıp, içinizi cızlatan, bir deri bir kemik,, her an saldırmaya hazır, şeytan bakışlı kediler gibidir. Sinsi sinsi tırmalar durur aramızdan birilerinin yuvasını, ailesini... Ve devlet bunu bir gönül meselesi , hasret derdi zannedip, "işsizlik mi yok yahu, nereden çıkardınız onu, bakın biz bu günlerde terörle mücadele ediyoruz deyiverip üstünü örterler bu kedinin, kimse tarafından fark edilmeyip, sessizce ölebilmesi için... Ki çoğu kez, diğer ülkelerin devlet başkanlarında şu algıyı yarattığını bilmez. "Türkiye'de işsizlik mi varmış, neresinde var, hemen gidip el atalım şu zavallı ülkeye..."