“ Merhaba sevgili dostum,
Sana böyle seslenmeyeli uzun zaman oldu. Görüşmeyeli de hayli uzun zaman oldu aslında. Hani der ya şair bir mısrasında , “Bilsen! Ben hangi alemdeyim, sen hangi alemde!” Tam da öyleyiz be dostum. Sen hangi alemdesin ben hangi alemde. Özledim velhasıl varlığını. İşin komedisi ise varlığında yokluğunu; yokluğunda da varlığını özler oldum. İnsanoğluyum bilhassa, ben de anlamış değilim kendimi.
Tanırım seni, şimdi müthiş merak ediyorsundur, diyorsundur içinden, “Bayram değil, seyran değil neden bana bir mektup yazdı?”. Haklısın da sormakta. Bu mektubun amacı bir veda dostum. Sana ve buradaki anılara güzel bir veda. Bir mektup yazmak istedim varlığımdan daha faydalı. Kızma hemen, dur, dinle biraz. Anlattıkça sen de hak vereceksin veyahut daha da kızacaksın bana. Bir esaretten kurtuluş ya da bir aptallık yaptığım. Hatamla da kabullenip sevmeni umarım.
Hayat çok yoruyor azizim, gece dahi gündüze tahammül edemiyorken, birbirimizi anlamayı beklemek adil bir davranış mıdır emin olamıyorum. Sanırım bu yüzden bu kadar çok yoruluyoruz. Anlayamıyoruz. Anlasak dahi anlamamayı tercih ediyoruz. Daha kendimize tahammülümüz yok, nedendir ki bir başkasını kabulleniş. Bir eşin, bir evladın, bir kardeşin, bir dostun ve en önemlisi kendinden bir parçanın kabullenişi yoruyor bizleri. Hayat da bu değil midir zâti?
Kelâm-ı öze gelecek olursak dostum, hiç bu kadar acımamıştır herhalde canım, dünyevi hayata misafir olduğum süre boyunca. Ruhum ömrümün kıymıklarıyla dolu şimdi. Bedenimdeki yaraları sen tahmin eyle. Yoruldum be dostum, cidden çok yoruldum yaralarımı onarmaktan. Onarmaya merhemim kalmadı. Zaman demeyesin sakın bana. Benim zamanım da kalmadı velhasıl. Yok, yok gençliğimden eser kalmadı kırışmaya başlayan hayat izlerimde.
Yoruldum dostum; kendimi kanıtlamaya çalışmaktan -ki henüz bulamadığım bir benliğe sahibim keza her birey gibi- , yanlış anlaşılmalardan, karakter ata ata karaktersiz olmaktan, es kaza görüşmelerden, kovulmaktan, bağ kuramamaktan ve en önemlisi aynadaki yaratığa bakmaktan… Saya saya bitiremeyiz şu hayatın sunduklarını. Kaybım yok kabul; hayallerim ve en önemlisi benliğim dışında. Düşmekten nasır tuttu dizlerim, ağardı saçlarım. Artık ben de yaşlandım. Dışlandım, kendimden.
Veda mektubu kısa olur dostum, sana ve tanıdığım güzel insanlara ömrümün geri kalanını bırakıyorum. Ben bakamadım, siz güzel bakın. Bahçemdeki hanımelleri de sana emanet. Solmasınlar sakın ola ki. Yokluğumu hissettirmeyesin onlara.
Azizim, kelamım zorsa bil ki ölümün kaleminin ağırlığındandır. Elveda bir borçtur anılara..
Elveda Dostum…”
Dedi saçları ağarmış adam. Penceresinden son bir kez daha baktı. Ağırdı şimdi elindeki kağıt. özenle katladı ve bir zarfa koydu. Zarfı ise olabildiğince uzağa. Kısa bir sessizlik oldu. Birkaç dakika. Hayatının sesi, korna sesleri içinde kayboldu. Şehrin gürültüsünde, şehrin insanlarının koşturmacasında ezildi. Kimse duymadı. Bebekler doğdu, anneler ağladı, dostlar ayrıldı, anılar kanadı, tekneler battı, çocuklar öldü, insanlık ağladı kimse duymadı. Böyleydi işte şehrin insanı: “kaypak ilgilerin, ucuz cesaretlerin, zarif ihanetlerin ve bozuk paraların insanıydı.”
Bu yazıya 1 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre